Kış Uykusu: Sinematografik Bir Tiyatro
Nuri Bilge Ceylan’ın 2014 Cannes Film Festivali’nde ‘Altın Palmiye Ödülü’ kazanan yeni filmi Kış Uykusu, yarattığı yeni akımıyla sinema sanatının içine farklı derinlikler kattı. Şimdiye dek yapılan NBC kritiklerinde Tarkovsky ile kurulan bağ öndeyken, bu algıyı bir adım ileri götürerek, yönetmenin son iki senedir çığ gibi büyüyen ‘Sinematografik Tiyatro’ tekniğinden sert biçimde etkilendiğine tanık olduk. Tüm bunların olumlu bir hava kattığı yapımla ilgili ‘dört dörtlük bir şaheser olmuş’ diyemeyiz. Görüntü tekniğindeki ustalığı düşünsel belleğe yerleştirmedeki yetenek yönetmen için yeterli olmamış. Konunun psikolojik derinliğini ‘anı yakalama’ gayretinden dolayı kaybetmek Kış Uyusu’nu bir noktada eksik bırakan önemli ayrıntı. Üç saati aşkın süren maceranın ‘olay-görüntü’ bağımında sorunlu olduğu kanısındayım.
Karşılaştırmalı sinema kritikleri yazmayı pek severim. Karşılaştırdığınız filmin teknik yapısıyla diğer filmin bütünsel algısı aynı noktada birleşmeli ki, söylediğiniz cümleler havada kalmasın. Önce Nuri Bilge Ceylan mantığının bu filmdeki artılarına bakalım. Anadolu’daki tepelerin içinde kendi dünyasına hapsolan ‘Aydın’ karakteri –ki bana Sevan Nişanyan’ı hatırlattı- yaşadığı bölgenin sayılı zenginlerinden. Kendi dünyasındaki olumsuz değişimleri gölgelemek adına çevresindeki tüm objeleri farklı yapmanın peşine düşen başkarakter, önce kendi evini, daha sonra çevredeki tüm evleri otele dönüştürüyor. Yaşça kendisinden küçük olan eşi Nihal’la ciddi iletişim sorunları var. Zaten filmin ilerleyen bölümlerinde yüzümüze çarpan derin sessizlik, yaşanılan girdabın büyüklüğünü aktarmış. Aydın’ın dul kardeşi Necla ise kendi dünyasında, umarsız bir kişilik. Turizmle ilgilenen Aydın, başındaki tüm işleri Hidayet’e aktarıp, kendi krallığında yaşamının tahtında oturduğunu zannediyor. Turizm sezonu bitiminin hemen ardından başlayan ilk çamur ve de kar, Aydın’ın dünyasının altüst olmasıyla eş değer tutulmuş. Otelde kalan Kur’an hocası Hamdi’ nin Aydın’dan Allah adına istediği ‘merhamet’ karşılıksız bulunca evdeki derin sessiz girdabın büyüklüğü ortaya çıkıyor. Kaçış arzuları içinde savrulan karakterlerin çaresiz görüntüleri filmin belkemiği!
Nuri Bilge Ceylan, yine kendisinden beklendiği gibi ‘görüntünün şaşırtıcı etkisi’ üzerinden elindeki malzemeyi kullanmış. Bir nevi Shakespeare hikayelerinden esinlenen yönetmen, kendi krallığını yaratan Aydın’a ‘hiç’ olma duygusunu tattırıyor. Haluk Bilginer’in dahi oyunculuğu filmin odak noktası. Çatışma anlarında kameranın yüze anlamlı dokunuşlar gerçekleştirmesi, Haluk Bilginer oyunculuğunun farklı bir keşfi. Öte yandan Melisa Sözen’ in Nihal’de kapalı kutuyu (Aydın) açma girişimi, psikolojik olguları harekete geçirirken, Demet Akbağ’ın Necla’ya yüklediği amaçsız algı başlı başına zayıf betimleme oluşturmuş. Benim gözlemlediğim, yönetmen ‘karakter oyuncusu’ özelliği taşıyan isimlerle çalışarak ‘yan olayları’ zayıf konun besleyici unsuru haline dönüştürüyor. Her bir sahnesinde çekim kalitesindeki ustalığını konuşturan Ceylan, ‘teatral’ alanlar içinde ‘Kış Uykusu’ adlı filmini çekmeyi başarmış. Dar alanlara sıkışan ve de ‘anı’ yakalayan Grotowski teknikleri her karede karşımızda. Serhat Kılıç’ın kilitli duyguları açan Hamdi karakterine sunduklarına bakıp, filmdeki kareleri zihnimizde birleştirdiğimiz zaman, kendimizi yakın çekim bir tiyatro oyununda düşünebiliriz.
Şimdi gelelim filmdeki eksilere. Öncelikle konuda derinlemesine psikolojik analizler mevcut değil. Haluk Bilginer ve Serhat Kılıç dışında psikolojik oyunculuğunu ön plana çıkaran üçüncü ismi göremedim. Andrew Dominik’ in ‘Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikastı’ ve de yine bir Nuri Bilge Ceylan filmi olan ‘Uzak’, bu filmle enteresan biçimde çekim benzerlikleri taşıyor. Fakat her iki filmde de anlatıdaki psikolojik taşlar yerli yerindeyken ‘Kış Uykusu’ bu bağlamda zayıf! Kar görüntülerinin gösterimi konusunda yönetmen kendisini tekrarlamış. Cannes jürisi Kış Uykusu’nu tarz anlamında sevebilir, fakat diğer sinema ödül jürilerinin ‘konunun işlenişine’ takılacaklarını düşünüyorum.
Kritiği tamamlarken Nuri Bilge Ceylan’a naçizane önerim olacak; görüntüdeki ustalığın tartışılmaz, ama filmlerinde konuya biçtiğin değeri artık bir üst çıtaya taşımanın zamanı gelmedi mi?
Yaşam Kaya