Otoritenin kritiği ve Oğuz Atay distopyası (2)
Geçen hafta, Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikâyecileri öyküsüne genel bir giriş yapıp yakın okumayla metni distopya bağlamında incelemeye başlamıştık. Bu hafta da öykünün içerisinde yer alan karakterleri sosyal sınıf ve otoritenin hukuku bağlamında ele alarak konuyu tamamlayacağız.
Distopya ülkesinde sosyal sınıf
Öyküyü, bir distopya ülkesi olarak okuduğumuzda, ülke içindeki dinamikleri de beraberinde okumak yaralı olacaktır. Oğuz Atay, hikâyenin tamamını bir ülke olarak anlattığına göre ülkenin içerisindeki sosyal sınıfı anlatmadan geçemezdi muhakkak. Atay’ın hikâyesindeki sosyal sınıf Murat Gülsoy’a göre şöyle kurulmuştur: Elit sınıfı, yataklı vagondaki yolcular, alt sınıfı ise sucuk-ekmek ve ayran satıcıları temsil etmektedirler. Zira en kaliteli, okunaklı olan ilk nüshalar yataklı vagon yolcuları için ayrılır. Alt sınıf, yine Murat Gülsoy’a göre şöyle açıklanabilir: “Satıcıları, karşılık beklemeksizin ellerindekini (yazarlarla) paylaşıyorlar. Elbette yaşam koşullarının izin verdiği ölçüde. Ama yine satıcılar karşılık beklemeksizin sadece aynı sefil koşulları paylaştıkları için ellerindekileri onlarla (yazarlarla) bölüşüyorlar. Yazarlarımızın karşılık olarak onlara hikâyelerini vermeleri söz konusu değildir, zaten okumaları (satıcıların) yoktur. Kültürel sermayesi olmayan alt sınıfa bu hikâyeler yüksek sesle okunsa da, tiyatrolaştırılsa da bir şey ifade etmeyecektir. Nasılsa uyuklayacaklardır.”[1] Görüldüğü gibi eğitim alamadan satıcılığa başlayan bu adamlar alt sınıfın temsilcileri olmuşlardır. Ancak Murat Gülsoy burada orta sınıftan bahsetmemiştir. Hâlbuki orta sınıf açık şekilde hikâyede temsil edilmiştir. Bunlar, trende giden ve normal vagonlarda yolculuk eden insanlardır (müşteriler). Sık olmasa da satıcıların sattıklarından (sucuk-ekmek, ayran ve elma) alırlar, hikâyecilerin ilk nüshaları olmasa da kopya edilmiş hallerini satın alırlar. Bu da alt sınıf temsilcileri kadar fakir olmadıklarını, ancak üst sınıf temsilcileri kadar da zengin olmadıklarını gösterir. Dikkati çeken bir diğer karakter de ayran satıcılarıdır. Orta sınıf esnafı temsil eden ayrancılar, yazarların okudukları hikâyeyi dinlerler ve anlatılanlarla eğlenirler. Uyuya kalmazlar. Bu da ayran satıcılarının eğitimli olmasa da meraklı insanlar olduğunu anlatır okura. Ayrıca, elma satıyor olmaları zaten orta ve ortanın üstü sosyal sınıfa hitap ettiklerini gösterir. Zire alt sınıf, ayrandan önce ekmeği düşünecektir.
Yasama, Yürütme ve Yargı
Öyküde yasama, yürütme ve yargıyı da istasyon şefinin üstlendiği görünüyor. Örneğin, “Demiryolu idaresinin toprakları içinde yazdıkları için 248. Maddenin kapsamına giriyormuş bizim durumumuz.”[2] diyor anlatıcı. Bunu söylemesinin nedeni, istasyon şefinin onları bu maddeye dayanarak öykülerinden birer tane alarak onları arşivlemesidir. İleriki sayfalarda neleri yazmaları gerektiğini söylerken, üstü kapalı olarak neleri yazmamaları gerektiğinin de sınırını çiziyor: “Şimdi de demiryollarının sayesinde ekmek yediğimizi ileri sürerek sadece bu konuda hikâyeler yazmamızı istiyordu.”[3] İstasyon şefi, bu yolla otorite gücünü göstererek söylediklerini yapmadıkları takdirde yazarların, kulübelerinden atılacaklarının tehdidini yapıyordu.
Sonuç olarak, Demiryolu Hikayecileri’nde Oğuz Atay distopik bir ülke kurmuş, içerisinde yaşayan sınıfları, otoriteyi, hukuk yasalarını, otoritenin acımasız yüzünü (yaşadıkları yerden ihraç edilecekleri tehdidini, sansürü ve sonunda ülkenin (istasyonun taşınmasıyla) reel dünyaya yenilerek yok olduğunu göstermiştir.
[1] Murat Gülsoy, “Demiryolu Hikayecileri’nin Ubormetengası,”, 7-8.
[2] Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken (İstanbul: KYK, 2005), 190.111
[3] A.g.e., 192.