Sinemanın Dostoyevski’si Mike Leigh ve Destansı Filmi: Naked

İngiliz sinemasının şahsına münhasır yönetmenlerinden Mike Leigh’i daha çok İngiliz işçi ailelerinin sınıfsal/sosyal/psikolojik dramlarıyla tanıyoruz. Aslında Mike Leigh, sinemasının dramatik yapısını sıradan insanların sıra dışı hikâyeleri üzerine bina ediyor. Karakter yaratmadaki ustalığı, öyküyü mizansenleştirmedeki derinliği onun sinemasını özgün kılan yanlardan sadece bazıları… Mike Leigh, karakter odaklı bir sinema çizgisine sahip. Modern hayatın sınırlarında anlam ve varoluş ufkunu zorlayan fakat günlük hayatlarına da ‘devam etmek’ zorunda olan insanları onun filmlerinde bolca görürüz. Onlar bazen taksi şoförü, bazen ev kadını, bazen garson ve bazen de eski bir okul arkadaşı olarak karşımıza çıkarlar. Kısacası hayatın kırbaçladığı, ötelediği ve zorladığı insanlardır. Mike Leigh’in 1992 yapımı Naked adlı filmi ise onun filmografisinde farklı yere sahip. Mike Leigh’in diğer filmlerine oranla Naked felsefi çapı ile başka bir anlam dünyası yaratıyor. Naked bir anti-kahraman güzellemesi, kaldırımlarda kitap okuyan bir adamın, bir “flaneur”ün öyküsü… Naked 1993 yılında Cannes Film Festivali’nde Mike Leigh’e en iyi yönetmen, David Thewlis’e (Johnny) de en iyi erkek oyuncu dalında Altın Palmiye kazandırdı.
“Vazifem değil ama senin bir geleceğin bile yok, benim bir geleceğim yok, kimsenin bir geleceği yok.”
Filmin konusunu kısaca özetlersek, esas adam Johnny, Manchester’da suçlandığı bir tecavüz meselesinden (tecavüz mü, bir kadın tarafından tecavüzle suçlanmak mı olduğu net olmamakla birlikte)  yırtmak için Londra’ya eski kız arkadaşının yanına gider. Johnny, Manchester’dan kaçtığı esnada küçük çaplı bir suç işler. Sokakta rastlantı sonucu gördüğü bir arabayı çalar. Ve uzun bir yolculuktan sonra (Yolculuk filmin başlangıç jeneriğini oluşturuyor. Burada gece ve yol görüntüsüne eşlik eden Andrew Dickson imzalı müzik ise filme dair gizem ve merak duygusunu arttırıyor.) Johnny Londra’ya, eski kız arkadaşının evine varır. Eski kız arkadaşı evde yoktur, fakat onun ev arkadaşı evdedir. Johnny kıza karşı cazibesini kullanıp eve girer ve hikâyemiz böylece başlamış olur. Johnny eski kız arkadaşının evinde kalmadığı zamanlarda Londra caddelerinde aylaklık yaparak vaktini öldürür. Johnny garip bir şekilde sürekli konuşur, konuşmadığı zamanlarda ise insanlarla tanışır. Bazen dayak yer, bazen kitap okur, bazen kadınlarla sevişir ve bazen de sevişmemeyi tercih eder. Yine herhangi bir Londra gecesinde Johnny, herhangi bir binanın önünde çökmüş “İncil” okurken, sanat galerisinin (Johnny’e göre “post modern gaz odası”) güvenlikçisi Brian ile tanışır. Johnny’nin Brian ile girdiği ve kutsal kitaptaki 666 sayısından hareketle dünyanın ya da insanlığın sonunu getirdiği tartışma akıllardan çıkacak gibi değil. Bu tartışmada Johnny, insanlığın madde dışı (saf düşünce olabilir, tartışmaya açık) bir şeye evrimleşeceğini iddia eder. Johnny bu soyutlamasına Brian’ın karşı çıkması üzerine ise şöyle konuşur: “İlk kurbağa kendini sudan dışarı atıp bir eş bulmak ya da bir yırtıcıyı duraksatmak için ses tellerini görevlendirdiğinde o ilk vıraklamasının dünyadaki bütün lisanlara ve edebiyata doğru evrimleşeceğini hiç hayal etmiş midir? Elbette hayır. Ve nasıl ki o kurbağa Shakespeare’i hiç tasavvur edemediyse biz de bu kaderimizi asla tasavvur edemeyiz.”
“İçeride olmak komik, değil mi? Çünkü içerideyken aslında hâlâ dışarıdasın. Ve dışarıdayken de içeridesin çünkü her zaman kendi kafanın içindesin.”
Brian belki acıyarak belki de kendisi yalnızlık çektiği için yasak olmasına rağmen Johnny’i sanat galerisinin içine alır. Bunun öncesinde kapının önünde Brian ve Johnny arasında geçen tartışma sinema tarihinin en ilginç diyaloglarından biri olmaya aday.  Brian, Johnny’nin kapının önünde kitap okuduğunu gördüğü anda kapının camına vurur. Johnny de ‘dışarıda olan kişi’ olmasına rağmen Brian’ın bu hareketini taklit ederek kapının camına vurur. Sonrasında Brian dışarı çıkarak Johnny’e “Gidecek bir yerin yok mu?” diye sorar. Johnny ise Brian’a “Sonsuz sayıda gidecek yerim var benim. Sorun nerede kalınacağı.” diye cevap verir. Sanat galerisinin içinde Brian Johnny’e pencereden gizli bir şekilde gözetlediği kadını gösterir. Kadın sanat galerisinin karşı tarafında bulunan apartmanda yaşıyordur. Brian’ın onu gözetlediği yerden bakıldığında (üçüncü kişi olarak seyirci Brian’ın bakışı ile özdeşleşiyor) kadının eğlenceli ve mutlu olduğunu görürüz.  Aslında o kadın Brian için arzu nesnesidir. Ya da daha Freudyen bir teori ile okuyacak olursak, o kadın Brian’ın id’i (ilkel benlik) için arzu nesnesi ve ana rahmidir. Tabii bu sahnede alt metin olarak da modern insanın hem gözetleyen hem de gözetlenen bir varlık olmasına da çeşitli göndermeler vardır. Kadını Brian’ın bakışından gördüğümüz an, sarı ışıklarla aydınlanan bir pencerenin kenarında kadının dans eden, eğlenceli halini görürüz. Bu durumun uyandırdığı ilk izlenim kadının mutlu, eğlenceli ve güvenli bir hayat sürdürdüğüdür. Daha sonra ise Johnny devreye girer ve Brian’ın gözetlediği kadının evine gitmeye karar verir. Johnny kadının evine gidip kapıyı çalar, kadın kapıyı açtıktan sonra Johnny içeri girer. Diğer bir açıdan bakılacak olursa Brian’ın sadece gözetlemekle yetindiği, Johnny’nin ise evine gittiği kadın varoluş olarak dünyada Brian’la aynı ‘şeyi’ temsil etmektedir. Durumu soyutlarsak belki seyirci de bu ‘şeye’ ortaktır. Burada sistemin dışına çıkan Johnny oluyor. Bu durumda -tartışmaya açık olmakla birlikte- Johnny burada boşlukta, ‘dışarıda olan’, havada salınan yapraktır.
“Sen aslında var olmuş ve var olacak herkessin. Ya da her şeysin.”
Johnny kadının evine girdiğinde Brian’ın bakışından gördüğümüz ev bir anda başka bir şey olarak karşımıza çıkar. Brian’ın bakışından/pencereden gördüğümüz dünyanın tam tersi bir dünya… Kadın sarhoştur ve aşırı bir mutsuzluk denizinde yüzmektedir. Özünde bir nesneye olan uzaklığınız ve o nesneyi gözlemlerken kullandığınız bakışa göre o nesne anlam değişimine uğrayabilir. Brian bunu hiç bilmeyecek. Fakat seyirci olarak bizler Brian’ın arzu nesnesinin ‘ne halde’ olduğuna tanık oluruz. Yönetmen seyirciyi (Johnny herhangi bir beklentiye sahip değil) Johnny üzerinden kadının evine taşıyarak, Brian’ın yerine seyirciyi hayal kırıklığına uğratır (Kişi olarak ben hayal kırıklığına uğradım). Johnny kadının evinde biraz vakit geçirir. Kadın Johnny’in kendisi ile sevişmesi için acı ile yalvarır. Johnny’nin kadını reddetmesi ise ilginçtir. Çünkü Brian’ın ‘id’i (ilkel benlik) için o kadın arzu nesnesidir. Fakat Johnny kadını “Anneme benziyorsun” diyerek reddeder. Burada tersten bir Freud okuması da söz konusu olabilir. Bireyin ‘id’i için ilk arzu nesnesi annedir. Büyük ihtimalle yönetmen burada Johnny’nin çocukluğuna ve annesi ile olan ilişkisine bir gönderme de yapmıştır. Ya da kadın fiziksel olarak yaşlandığı için Johnny’nin imgeleminde annesinin son, yaşlı halini de hatırlatmış olabilir.
“Temelde benim söylemek istediğim, birkaç yumurta kırmadan omlet yapılamayacağı ve insanoğlu sadece kırık bir yumurta.”
Bütün bu olayların sabahında Johnny ve Brian bir kafede karşılaşırlar. Brian, Johnny’ye kötü davranır,  çünkü Brian bilinçaltında Johnny’nin kendi arzu nesnesine saldırdığını, büyüsünü bozduğunu, onu kirlettiğini düşünür. Brian’ın gece boyunca davranışlarına hâkim olan ‘id’ havanın aydınlanmasıyla ‘ben’e (ego) dönüşmüştür. Brian’ın kendi imgeleminde arzu nesnesini elinden alan kişi olarak (gerçekte böyle değildir) Johnny,  ‘baba’ya (süper ego) dönüşmüştür. Brian’ın imgeleminde şekillenen durum böyle özetlenebilir. Yalnızlık ve gece bireyin ‘id’ini açığa çıkaran bir işlev görmektedir. Bireyin ‘id’i yani bilinç dışındaki benliği gece/karanlıkta daha aktiftir. Karanlık rasyonaliteyi örter. Birey, aydınlıkta daha rasyonel davranmaktadır. Ayrıca davranış ve dil üzerinden ortaya çıkan durum ise bireyin bilinçaltını yansıtır.  Brian’ın en derinde Johnny’e kötü davranmasının temelinde bu bilinç dışılığın yattığını söyleyebiliriz.  Lacancı bir okuma ile çocuğun ilk arzu nesnesi olan annesi ile olan ilişkisinde babanın (simgesel, babanın düzeni) ortaya çıkması ile çocuğa ait arzunun (imgesel düzen, çocuğun anne ile olan ilişkisi) bastırılması kuralında olduğu gibi…
“Buradan anlaşılıyor ki kaç tane kitap okumuş olursan ol bu dünyada, asla, asla ama asla anlayamayacağın bazı şeyler vardır.”
Johnny, Brian ile kahvaltı yaptığı kafede tanıştığı bir kadınla bir süre amaçsızca takılır. Kadının evine, biraz da zorlayarak, gider. Kadın sessiz bir karakterdir. Daha çok Johnny konuşur. Kadın dinlemeyi tercih eder. Kadın silik bir mizaca sahiptir. Geçici olarak başka birine ait bir evde yaşamaktadır. Johnny’nin evde gördüğü ve Yunanlıların çok övündüğü Townley Discobolus (Disk Atan Yunanlı) heykeli için, “Merhaba, bu da pizzacı çocuk oluyor” ya da evin esas sahibi için “Bu herif bir ‘homoseksüel’ mi?” demesi üzerine kadın, Johnny’i evden kovar. Evde bulunan mitolojik semboller bir noktada Batı Edebiyatı’nın başka bir açıdan ise Batı medeniyetinin temelini oluşturan unsurlardır. Johnny eleştiri oklarını bu sembollere yöneltir. Kadın evin esas sahibi olmasa da bütün bu mitolojik sembollerle bir ilişki geliştirmiştir. Johnny özünde kadının bu mitolojik semboller üzerinden kurduğu anlam dünyasına saldırır. Kadın, bunu belki bilinçli belki de sadece duygu düzeyinde algılayıp Johnny’e kapıyı gösterir. Evden kovulma olayı farklı bir okuma ile Johnny’nin Batı medeniyetinin anlam evreninden kovulması anlamını da taşır. Bu soyutlama daha da derinlere inersek ‘Adem ile Havva’nın işledikleri ilk günah nedeniyle Tanrı tarafından cennetten kovulmalarına kadar götürülebilir. Filmin evden kovulma olayını takip eden sekanslarında ise Johnny krize girer. Johnny için bu kriz katarsistir (arınma), sonrası tekrar kaçmak/gitmektir ve sonuç olarak öyle de olur.
“Hakkımda ne söylersen söyle ama ben hiç de sıkılmıyorum.”
Filmde dikkat çeken bir diğer karakter ise Greg Cruttwell tarafından canlandırılan bedenine tapan, seks manyağı Jeremy rolüdür. Greg Cruttwell, bu rolde inanılmaz bir performans sergiliyor. Jeremy bazı tesadüfler sonucu, Johnny’nin eski kız arkadaşının yaşadığı evde takılıyor. Jeremy karakteri, Johnny’nin temsil ettiği dünyanın tam tersi bir dünyayı temsil ediyor. Bu temsil görecelidir. Her iki karakter de ‘doğrusal’ bir çizginin iki ucu gibidir. Johnny düşüncelerini yüceltip onlara taparken, Jeremy ise bedenine (burada Antik Yunan’da bulunan erkek Tanrı heykellerine bir gönderme var gibi) tapmaktadır. Johnny ‘yaşayan bir ceset’ olduğunu düşünürken, Jeremy ise ölümden nefret ettiğini söyler. Elias Canetti bir kitabında sporun insanoğlu için ölüme karşı bir nevi direnç noktası olduğunu yazar. Jeremy’nin spor ve bedeni ile olan ilişkisi bu tespiti doğrular niteliktedir. Jeremy ve Johnny aynı mekânı kısa süreliğine paylaşmak dışında herhangi bir temas geliştirmezler. Başka bir açı ile Jeremy ve Johnny görünürde birbirine uzak iki karakter gibi görünse de özünde her ikisi de aynı ‘ben’in (ego) bölünmüş iki farklı parçası gibidir. ‘Ego’nun birinci parçası (Johnny) sadece zihinsel bir varoluşa inanırken, diğer parça ise (Jeremy) bedensel bir varoluş ufkuna sahiptir. Bu bölünmeyi yaratan ise toplumsal mekanizmaların uyguladığı baskıdır. Çünkü Jeremy sahip olduğu mülkiyet/para/statüye rağmen sadizme varan bir tatminsizlik yaşamaktadır. Johnny’nin tatminsizliği daha çok zihinsel düzlemdedir. Fakat her ikisinde de benzerlikler taşımaktadır. İki karakter zıt kutupları temsil etse de (zıt kutuplar aynı değerde enerjiye sahip oldukları için hem benzerlik taşırlar hem de birbirlerine itme kuvveti uygularlar) sosyolojik ve hatta psikolojik açıdan ‘dışarıdalar’. Jeremy, burjuva toplumunun temsil ettiği tüm değerlerin üstüne sahip olduğu mülkiyet aracılığı ile çıkmıştır ve sonuç olarak bir tüketici insan tipine dönüşmüştür. Johnny ise bu değerlerin üstüne zihni ile çıkmıştır. Hem Johnny hem de Jeremy bu nedenle tüketicidir. Fakat yine de her ikisi de toplumsal dairenin dışında kalmışlar ya da orayı tercih etmişler. Onların hikâyelerinde tek gerçek kural dışarıda olmanın kuralıdır. Zaten filmin adı da ilhamını buradan almaktadır. Naked… Çünkü Jeremy görüldüğü sahnelerin büyük bir bölümünde bedensel olarak çıplaktır. Burada Johnny’nin çıplaklığı ise daha çok zihinseldir.
Ve böylece film biter. Johnny kız arkadaşının evinde Jeremy’e ait olan parayı alarak gitmek için sokağa çıkar. Aksaya aksaya (Johnny kriz esnasında ayağını yaralamıştır) yürümeye başlar. Andrew Dickson imzalı müzik devreye girer, güneş batmak üzeredir, görüntü giderek Johnny’den uzaklaşmaya başlar ve cast akar…
“Kadeh gibi bir şeyin var mı, çünkü kalbim kanıyor.”
Mike Leigh’in oyunculuk ve senaryo geliştirme yöntemi.
Mike Leigh, aynı zamanda bir tiyatro yönetmenidir. Bundan kaynaklı olarak yarattığı karakter üzerine oyuncularıyla uzun uzun düşünür, konuşur. Oyunculara çekim başlamadan ve hatta çekim başladıktan sonra bile senaryoya müdahale ve sınırsız doğaçlama hakkı tanır. Naked filmi de dâhil Mike Leigh’in bütün yapımlarında izlediğimiz diyalogların oyuncular tarafından yapılan doğaçlamalar sonucu ortaya çıktığı rivayet edilmektedir. Sonuç olarak Mike Leigh ortaya çıkardığı yapımlarla “dünya sinemasının Dostoyevski’si” olmaya adaydır.
Yılmaz Tekin