Aylak Adam Roman İncelemesi – Yusuf Atılgan

ÇAGDAS INSANIN TUTAMAK ARAYISI: “AYLAK ADAM”

The Searching Hold Of The Modern Human:”Aylak Adam”
Sema ÖZHER
Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı,
e.mail:semaozher@yahoo.com

ÖZET
Yusuf Atılgan Aylak Adam adlı romanında paralı bir gencin hayatına anlam verecek degeri
arama çabasını anlatır. Bu deger, maddi boyutun üzerinde insanı hayata baglayacak, kisiye yasam
enerjisi verecek, romanda “düssel sevda” olarak adlandırılmıs bir güçtür.
Roman boyunca bas kahraman C, düssel sevdanın pesinde kosar. Yazar, bu arayısın
anlatımında sokaklar, sinemanın derin locaları ve bayan Naciye’nin küçük evi gibi simgesel deger
tasıyan mekanlardan yararlanmıstır. Bu mekanların sembolik ve psikolojik olarak çözümlenmeleri
romanın gerçek degerinin anlasılmasında oldukça önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Yusuf Atılgan, Aylak Adam, mekan-insan iliskisi.
ABSTRACT
Yusuf Atılgan in his Aylak Adam named novel has told the young and wealthy person’s
life who is in the struggle of the make of life. In the novel, over the material dimensions, this value
is a power that gives people a connect to the life and vitality.
In the course of the novel, Mainhero C run after a romantic love. The author for telling this
search uses the street , deep lodge of cinema and Mrs. Naciye’s small house
where has a symbolic value. As the symbolically and psychologically analysis of these
places are very important to understanding the real value of the novel.
Key Words: Yusuf Atılgan, Aylak Adam, Place-Human Relation.
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2006 16 (1)

Hayvanlarda doga ve varlık özdestir. Oysa insan varolus süreci içerisinde kendisini
gerçeklestirebilmek için dünya üzerinde kendi biçimlendirdigi mekanlar yaratır. Bu
mekanlarda kisiler arası iletisimi ve etkilesimi saglayarak bir tarih ve kültür dokusu
ortaya koyar. Bu doku kisiye atalarının edindigi tecrübelerin miras olarak aktarımını
saglar. Bunun sonucunda insanda tarihsel bilinç olusur. Tarihsel bilinç, bir kendini bilme
tarzıdır (Özlem, 1996:341). Kendini bilen insan ortak amaçlar etrafında birleserek
“cemiyet” yasamına geçer.
Cemiyetin/toplumun varlıgını devam ettirebilmesi için birtakım kurallar öne
sürmesi kaçınılmazdır. Bu kurallar kimi zaman kisiyi güçlükler karsısında korurken kimi
zaman da onun “varlık alanı”nı ihlal etmistir. Kisinin varlık alanının ihlali birey ve
toplum arasında bir çatısmaya neden olmaktadır. Bu çatısma kisinin psikolojisinde
tahribata yol açarken birey bu durumu içinde yasadıgı mekana yansıtmıstır.
Reel zamanda görülen bu durum anlatı metinlerinde de kurgusal olarak aynen
görülmektedir. Kahramanın ruhu yasadıgı mekana siner. Yazar özellikle bas kahramanın
psikolojisinin ip uçlarını mekanı kurgularken metnin içerisine gizler. Böylece mekanı
yorumlama islemi kahramanın gizli kalmıs yanlarını “okuma” islemiyle örtüsmüs olur.
Yusuf Atılgan Aylak Adam adlı romanında çevresiyle uyum sorunu yasayan bir
kisinin mutlu olmak için yaratmaya çalıstıgı bir “deger” arayısını anlatır. Çocuklugunda
bilinçaltına itmis oldugu anılarının etkisinden kurtulmayı amaçlayan bas kahraman,
amansız bir varolus mücadelesi sergiler. Yazar, genel olarak aydın sorunsalı biçiminde
adlandırılan bu ugrası, kisiler düzleminde bas kahraman C; kavramlar düzleminde
topluma yabancılasma ve tutamak arayısı; simgesel düzlemde ise sinemanın derin
locaları, bayan Naciye’nin küçük evi ve sokaklar ile roman kurgusuna yerlestirmistir.
Çagdas insanın en temel sorunu olan bireyin topluma yabancılasmasını anlatan Aylak
Adam, insan ile mekan arasındaki iliski bakımından çözümlendigi takdirde okuyucusuna
asıl mesajını iletebilmis olacaktır.
Bu çalısmanın amacı, bas kahraman C’nin yasamını anlatırken mekanın insanı
geçmisten gelecege nasıl bir yolculuga çıkardıgını ve kisinin psikolojisini çözümlemede
ne derece önemli oldugunu ortaya çıkarmaktır. Böylece insanın aslında çevresiyle
kurdugu islevsel bagla kendisini gerçeklestirdigi ispatlanacaktır. Bu ispatlama isleminde
ise bas kahramanın psikolojisi merkez kabul edilerek onun yasadıgı degisimin mekansal
yansımaları psikolojik ve sembolik çözümleme yöntemleri kullanılarak açıklanacaktır.
1. Bilinçaltı Labirenti: derin localar
İnsanın evrensel anlamda tarihi bir bellege sahip olması bireysel boyutta da kendini
gösterir. Kisi anımsadıgı ya da unuttugu bütün tecrübelerini beraberinde tasır ve bunlar
bazen hiç farkına varmadan kisiyi yönlendirir. Roman boyunca bas kahraman C,
çocukluguna ait anıların çagrısını sinemanın derin localarında yasar. Burası C’yi
geçmisine, bilinçaltına çagıran mekan olarak simgesel bir deger tasır. nsanların el ele
tutusmak, sarılmak ve öpüsmek için geldigi bu mekana C’yi çeken asıl sey, ne is yaptıgını
herkesin bildigi “sası kadın”ı Zehra teyzesine benzetiyor olmasıdır. Sası kadın C’yi
sinemanın derin, küçük, gömük ve karanlık localarına çagırırken onu Zehra teyzesiyle
yasadıgı cennetten kopma zamanlara ve kadın düskünü baba arketipine tasır. Böylece
derin localar C’nin bilinçaltının simgesi olur.
Annesi C bir yasındayken öldügü için onu Zehra teyzesi büyütmüstür. Bu kadın
onu her zaman gerçek bir anne sefkatiyle sevmis ve oksamıstır. Zehra teyzenin bu
dokunusları ile ortaya çıkan “ötekinin sıcaklıgını duyumsama” biçimi C’yi hayatı
boyunca takip edecek ve onun anne-sevgili kadın tipini aramasına yol açacaktır.
Zengin bir komisyoncu olan C’nin babası kadın düskünüdür ve evde sık sık
hizmetçiler degismektedir. Üstelik bas kahraman C, henüz çocuk yastayken babasının
Zehra teyzesiyle olan cinsel yakınlıgına sahit olmustur, bunun üzerine babasına saldırmıs
ve bogusma sonunda kulagı yırtılmıstır:
“Babam bir koluyla teyzemin etekligini kaldırıp sarmıs, öteki eliyle çıplak
bacaklarını oksuyordu. ‘Zehra, su bacakların yok mu?’ dedi. Çevrem kararır gibi oldu.
Fırladım. Üstlerine atıldıgımda bacaklar hala çıplaktılar. ‘-Bırak onu diye bagırdım…’
Elini ısırdım;… Kafamdaki ses durmadan, ‘Kulagı yırtıldı,’ diyordu.”(Atılgan, 2001:127)
Roman boyunca C, bu baba arketipinin izlerini davranıslarında yasamıstır. lk
gençlik yıllarında karsı cinse duydugu ilgi ve istekten dolayı kendini suçlamıs ve
kadınların bacaklarına dokunamamıstır. Ayrıca romanın anlatımında leitmotive dönüsen
“Kulagını kasıdı.” cümlesi yukarıda alıntı yapılmıs olan kötü çocukluk anısının izi olarak
olay örgüsünde kendini göstermistir. Burada C’nin babası ile Zehra teyzesi arasında
yasanan cinsel iliskiye gösterdigi tepkiyi ödip kompleksiyle açıklayabilecegimiz gibi
mitik degerlerle de açıklayabiliriz.

Mitik anlamda çocuk cennete özgü bir zamanda yasar (Eliade, 2001:105). Çocugun
cenneti kendisi ve annesinden ibarettir. C’nin cennetinde ise annenin yerini Zehra teyze
almıstır. Babanın sevgiyi sadece tensel bir zevkten ibaret görmesi ve Zehra teyzeyi de bir
cinsel obje konumuna düsürmesi, C’yi yasadıgı cennete özgü zamandan koparmıstır:
“Hemen her gece babam eve girer girmez beni, teyzemle oynadıgımız oyunlardan,
masalların mutlulugundan ayırırdı. ‘-Çocugu yatır!” derdi. Büyük sevinçlerden büyük
kederlere birden geçisi ögreniyordum. Çünkü onun kucagındayken babamın varlıgını
unutmus olurdum. Yatakta, beni ondan ayırmasındaki haksızlıgı düsünürdüm.” (Atılgan,
2001:125)
Zehra teyze masallar anlatıp onunla oynayarak C’ye hayatı boyunca gerçekten
mutlu oldugu tek zaman kesitini sunmustur.
Aile içerisinde politik toplumsallastırma sürecini yasayan çocuga yine ailesi
tarafından sorumluluk, boyun egme, sadakat, korku…. gibi duygulanımlara ket vurması
ögretilir. Böylece çocuk olgunlasır (Teber, 2001:79). Baba yasadıgı toplumun –para, güç,
iktidar, menfaat, yasamdan zevk alma gibi- degerlerini ogluna aktaramadıgı için C’nin
politik toplumsallasma süreci yarıda kalmıstır. Hatta C’nin toplumun genelgeçer
kurallarına aykırı bir kimlige sahip olmasına yol açmıstır.
C babası tarafından sunulan her seye karsı çıkmıstır. Bas kahraman ailesi
tarafından verilen adı reddetmekle, kadınlara karsı duydugu cinsel ilgiden dolayı kendini
suçlamakla, hesapsızca para harcamakla ve bir iste çalısmamakla babasına benzemeye ve
aslında ondan kendisine göstermedigi babalık sefkatinin öcünü almaya çalısır. Bu öç alma
duygusunun büyüklügü romanın adıyla da kendini belli eder. Olay örgüsü içerisinde bu
söylediklerimiz C’nin agzından su cümlelerle ifade edilir:
“ -s yapmam ben; aylakım…. Çalınmıs para yerim ben.”(Atılgan, 2001:147)
Bu para babasının C’ye göstermesi gereken sefkatten, sevgiden ve zamandan
çalınarak biriktirilmistir. Çalınan C’nin hayatıdır.
Bireyin “an”ı yasarken sürekli olarak geçmisini hatırlaması gelecege yönelik
kararlarını etkiler (May, 2003:13). Bas kahramanın hissettigi yalnızlık duygusu ile
toplumsal yabancılasmanın arka planında babasına duydugu nefret yatar. C’nin herkesçe
benimsenmis toplumsal kurallara uyum saglayamaması, çevresinde kendisini anlayacak
yakın birinin bulunmaması bas kahraman C’yi bütün roman boyunca bir “tutamak”
arayısına sevk etmistir. Bu ise “gerçek sevgi”dir.
Romanda kavramlar düzlemi incelendiginde siddetli elestirilere neden olan C’nin
aylaklıgının bir simge-deger oldugu görülecektir. Bu yasama tutunma çabasının
simgesidir ki C’nin avareligi toplumdan geri çekilis degil, yeniden bir yapılanma için
yüklenilmis amaçlı bir çalısmadır (Urry, 1999:275). C’nin aylaklıgı toplumun günübirlik
iliskilerine, dedikodularına, esya düskünlügüne, eli paketlilere, sadece tensel dokunmadan
ibaret cinsel iliskilere bir baskaldırıdır:
“…nsanın bir tutamagı olmalı…. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir
köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir sey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki
tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginligine tutunur; kimi müdürlügüne; kimi
isine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamagının en iyi, en
yüksek olduguna inanır.” (Atılgan, 2001:152)
Kahramanın yasadıgı toplumun degerlerine karsı takındıgı bu aykırı tutum onu çok
büyük bir yalnızlıga itmistir.
2. Ülküsel Sevginin Arandıgı Yer: sokaklar
Geçmisiyle içinde bulundugu zamanı uzlastırabilen insan, gelecege iradesiyle yön
verebilir. Bu yönlendirme isi sırasında kisi ruhunda ve hatta bedeninde kendini kurmayı
ögrenir. Böylece kisi varolussal anlamda tamam olur. Bunun sonucunda da toplumda
yasama tutunmus bireylerin sayısı artar.

Aylak Adam romanının bas kahramanı C, geçmiste yasadıgı kötü tecrübeleri
sindirememistir. C’nin kötü baba arketipine karsı bir sıgınak olarak zihninde gelistirdigi –
anne-kadın sevgili imajı- Zehra teyze, C’yi yasamı boyunca büyük bir arayısa sevk
etmistir. Bu arayıs roman sona erdigi zaman anlasılacagı gibi aslında C’nin kendini
bulma çabasıdır.
Bas kahraman toplumla –yani herkesle- uyusmazlık içerisindedir. Onun bu uyum
sorunu romanın ilk sayfasındaki epigramla adeta vurgulanmıstır:
“Mufassal kıssa baslarsın garip efsane söylersin”
Yine romanın ilk cümlesi bas kahramanın kendini toplumun ne kadar dısında
gördügünün habercisidir:
“Birden kaldırımlardan tasan kalabalıkta onun da olabilecegi aklıma
geldi.”(Atılgan, 2001:9)
nsanlar/herkes adeta sel suyu kadar çok, çevreyi yıkan, bilinçsiz eylemler
sergileyen bir çokluktur. Olaylar gelistikçe bas kahramanın kendini olayların dısında
tutan tavrı sürecektir. Romanın “Yoksa her sey ben olmadıgım zaman, benim olmadıgım
yerlerde mi oluyordu”(Atılgan, 2001:11) cümlesi bu uzak ve aykırı tavrın göstergesidir.
Herkes/kalabalıklar problem yitimine ugramıstır; hatta tasasızlıkları yüzlerinden
bile belli olur. Erkekler tıraslı, kadınlar güzel; ya somurtkandırlar ya da sırıtkanlıkları
yüzlerine yapısmıstır; is dönüslerinde dilencilere sadaka vererek ucuza huzur satın
almaya çalısırlar. Yazar toplumun yasadıgı çözülmeyi, deger yitimini ve tükenisi
romanda sokak adlarıyla ilinti kurarak vurgulamıstır:
“çinizde ki Öksüzler Sokagı’ndan geçen olmustur belki ama bilmezsiniz. Çogu iki
katlı, yeni ya da yeni görünen evler… Ben ‘Eli Paketliler’ sokagı diyorum. Komsusunun
saygısını yitireceginden baska sıkıntısı olmayanlar yasar burda. Ama adı… ‘Sıra Serviler
Caddesi’: Asfalt, üst üste beton yapılar, otomobiller sürüsü, hızlıyürüyeninsanlar
sürüsü… Bu yolun servili oldugu zamanlar da insanlar böyle mi yürürdü?” (Atılgan,
2001:14-15)

Nesne ile adı arasındaki benzesmezlik kisi ile adı arasında da aynen vardır. Adları
kisilerin karakterini yansıtamaz durumdadır. Bu yüzden bas kahraman yine topluma
aykırı davranısla adını reddetmistir. Kalabalıklar aynı zamanda ezberlenmis davranıslara
sahiptir. Hatta tensel temastan ibaret sevismeleri bile aynı sırayı takip eder:
“Önce el tutulur, sonra öpülür, sonra memeler oksanır; en son etekligin altı
gelir.”(s.34)

C, birbirine benzeyen bunca insanın arasında tuhaf ve yalnız kalmıstır. Ama
gerçekte toplumdaki diger insanlar da farkında olmadıkları büyük bir yalnızlık yasarlar.
Yazar bu yalnızlıgı “üç oda bir mutfak sendromu” olarak adlandırmıstır. Herkes evlenip
çocuk sahibi olunca mutlu olacagını sanır, ama bir süre sonra kadın ve erkegi birbirlerine
baglayan ortak bir çatıdan baska bir sey kalmaz. Böylece “ortak bir seyleri kalmayanların
ortaklıgı”nı yasamaya baslarlar. Yusuf Atılgan birbirlerine çok yakın görünen insanların
gerçekte ne kadar yabancı olduklarını Bodur Minareden Öte adlı öyküsünde bas
kahramanın agzından söyle söyletir:
“Tel dolaptan yemek tenceresini çıkardım. Aksamdan kalma biber dolmasıydı.
Suyun üstünde yüzen tek tük yarı-donuk yag boncuklarıyla igrenç görünüsü vardı. Bes
yıllık yasamımızın özeti gibiydi bu yemek.” (Atılgan, 2002:74)
Insanlar birbiriyle böylesine ayrı, aynı zamanda da birliktedir.
Yalnızlık duygusu bazen kisiyi tüketirken bazen de varolussal anlamda
ikinci bir doguma hazırlar. Bas kahraman ikincisini gerçeklestirme ugrası içerisindedir.
Onun yalnızlıgı “ülküsel sevda” denebilecek bir amaca yönelmistir. Bu sevgiyi
Kierkegeard’ın su cümleleri tanımlamaktadır:
“Yetkin sevgi, birini onun gözünden mutsuz olmak için sevmektir. Ama hiçbir
insanın böylesine sevilmeyi istemege hakkı yoktur.”

Bas kahramanın aradıgı sevgili, kendisinin bir benzeridir. Sıra dısı bir davranısla
kendini belli edecegine inanır. Aranan sevgilinin diger bir özelligi ise “esyanın ötesinde”
(Atılgan, 2001:11) olmasıdır: esyaya köle olmamak, esyayı amaçları için kullanmak.
Böylece bu kisinin paraya köle olmayacagı sonucu ortaya çıkar.
Bütün insanlar kendilerini tamamlayacak diger yarılarıyla birlikte yaratılmıstır.
nsana düsen görev, uzakta duran diger yarısını bulmasıdır. ste yasam bu tamam olma
sürecidir. C’nin arkadaslarına verdigi “O olmasaydı ben olmazdım.” (Atılgan, 2001:153)
cevabı söylediklerimizi dogrulayarak mitolojik er-disi kavramına da gönderme
yapmaktadır. Bas kahraman C, yitik yarısı B’yi roman boyunca yılmadan aramıstır.
3. Askın Barınagı: Bayan Naciye’nin küçük evi
Mekan ile insan arasındaki psikolojik bag, anlatı metinlerinin kurgusuna da
yansımıstır. Yazar özellikle bas kahramanın psikolojisini çözümlemede mekanı bir sifre
çözücü nitelikte kullanabilir. Yusuf Atılgan, bas kahraman C’nin yasadıgı yalnızlıgı,
yasama tutunma çabasını, sokakları ayrıntısıyla anlatmakla okuyucuya sunmustur.
Sokaga her çıkısı C’nin topluma ne kadar yabancı oldugunu görmesine neden olmustur.
Bas kahramanı büyük bir yalnızlık duygusuna iten sokaklar, bu sebeple, labirent mekan
niteligi kazanmıstır (Korkmaz, 1997:170).
“Ruhumuz bir oturma yeridir.”(Bachelard, 1996:28). Kendi içinde barınmayı
ögrenen insan, daha sonra yasadıgı yere oturmayı ögrenir. Ruhumuzun barındıgı yer,
içsellestirilmis mekandır ki o zaman buranın adı “ev” olur. Aynı zamanda ev, yabancılarla
dolu meçhul açıklıkların içine oyulmus bir mahremiyet sahası, keyif veren bir sükunet ve
sıcaklık bölgesidir. (Lings, 1997:111) Bu sebeple bir metin içerisinde geçen “ev” sözcügü
“oda”, “apartman”, “kösk” vs. mekanlardan daha farklı çagrısım degerlerine sahiptir.
Yazar Aylak Adam adlı romanda, labirent mekan özelligi tasıyan sokakların
karsısına “Bayan Naciye’nin küçük evi”ni adeta bas kahramanın ruhunun oturmayı
ögrenecegi, kalabalıkların ezberlenmis iliskilerinden uzak, mahrem ve sıcak tek yer
olarak çıkarmıstır. (Roman boyunca buranın daima aynı tamlamayla anılması dikkat
çekicidir.)

Bayan Naciye’nin küçük evi denize çok yakın, agaçlar arasında, büyük pencereli,
aydınlık, ferah, fıstık yesiline boyalı, kahverengi keten perdeli, tahtadan yapılmıs hos bir
yapıdır. (Atılgan, 2001:96) Ancak evin fiziksel konumu oranın ev olmasına yeterli
gelmez. Çünkü içerideki gereksiz esyalar varlıgın önüne geçecek durumdadır:
“çerdeki iki kocaman koltugu salona tasıdı. Genis karyolanın üstüne oturup kalktı.
yiydi. …Pencereye yakın kösede aynalı bir masa vardı. Bunu da çıkarmak istedi ama
nereye koyacagını bilemiyordu.” (Atılgan, 2001:96)
Bir mekana sinmenin gerekli sartı –belki de- kisinin kendine ait küçük seyleri
oraya yerlestirmesidir. Esyaların yerini degistirdikten sonra yanında getirdigi iki tabloyu
duvara asan C, Bayan Naciye’nin küçük evine “yerles”mis olur. Ev imgesi, C’nin eski
sevgilisi Ayse ile karsılasıp onun da buraya tasınmasıyla tamamlanmıs olur. C o anda
Ayse’nin ülküsel sevgiyi paylasacagı kisi olduguna inanmaktadır. “Artık ev onların
eviydi.” (Atılgan, 2001:114) Öznenin “ev”e sahip olması, evin mahremiyet ve
sıcaklıgına, tinsel anlamda tamamlanmıslık duygusuna erismesi demektir.

C ilk kez burada geçmisiyle içinde bulundugu anı birlestirmis olur. Bas kahramanın
psikolojisindeki en büyük degisim –geçmisiyle uzlastıgının göstergesi olarak- Ayse’nin
bacaklarını öpebilmesidir. Ayrıca C, yedigi yemeklerde Zehra teyzesiyle yedigi
yemeklerin kokusunu ve tadını duyumsarken denizin tuzu da Zehra teyzesinin çarsıdan
getirdigi eksi erikleri hatırlatır:

“Saçlarından süzülmüs bir damla su dudaklarına inince yalandı. Tuzluydu. ‘Bu
tad?’ Hatırladı. Zehra teyzesinin çarsıdan getirdigi yesil erikleri tuza banarak yerlerdi. ‘-
Yeme artık, dislerin uyusacak!’ Bakıslarında hep o sevgi ısıması olurdu.” (Atılgan,
2001:138)
Bayan Naciye’nin küçük evi, çiftler arasındaki uzaklıgı ve yalnızlıgı arttıran evlilik
kurumunun çöküsüne çözüm sunan mekan olması bakımından çok önemlidir. Çiftlerin
hayatları sıradanlasmıstır:
“Erkek aksamları eve elinde paketler, kese kagıtlarıyla döner. Yemek yerler. …
Arada, ‘Bu yıl kömür kıtlıgı olacakmıs!’ diye mırıldanır. Kadın kucagında hep
yamanacak bir seyler bulunur. Kocasına bakar. ‘Ugrunda fakülteyi bıraktıgım bu
rahatına düskün adam mıydı?’ diye düsünür. Sonra dalar. Bir gün okula giderken
otobüste bir genç gözünün içine bakmıstı. … ‘Belki onunla baska türlü olurdu.’ Ya birlikte
uyudukları yatak… Erkek karısının degistigini, okula yeni verilen tarih hocasını düsünür.
Kadın otobüsteki gençledir…” (Atılgan, 2001:78)
Kisinin kötü görünüsünün duyguları zayıflatacagını düsünen yazar, buna çözüm
olarak C ile Ayse’yi ayrı odalarda yatırır. Kahramanlar sevisirler, yemek yerler, denize
giderler, konusurlar… En önemlisi de C’nin birbirlerine yettiklerini düsünmesidir.
Yazarın “Alısılmıs tatların sürüp gitmesindeki rahatlık” (Atılgan, 2001:132) olarak
adlandırdıgı evlilige karsı gelistirdigi ask kavramının temelinde “birbiri için var
olduguna inanmak”(Atılgan, 2002:78) düsüncesi yatar. Kisi sevgisini paylasırken
ailesinin ve baskalarının ne düsündügünü umursamamalıdır. O zaman bu suurlu degil
yönlendirilmis bir edim olur. C buna sonuna kadar inandıgı için Güler’i evine
götürdügünde onun “dısarıdakiler”i düsündügünü fark eder etmez onunla sevisme
fikrinden vazgeçmistir. Ayse de ailesiyle aralarına sınır koyamamıstır. C, Ayse’nin
günlügünde yazan “Anamın, babamın varlıgına dayanamıyor. Neden her seyi benden
bekliyor? Kendi ölü babasının bile varlıgına dayanamazken!..” (Atılgan, 2001:133)
cümlelerini okuyunca yıkılmıs ve aradıgının “o” olamayacagını anlamıstır.
Roman C, yine sokaklarda ülküsel sevdasının pesindeyken son bulur.

SONUÇ
Aylak Adam, Yakup Kadri’nin Yaban romanı ile baslattıgı Türk aydınını
sorgulayan roman zinciri içerisinde önemli bir halkadır.
Yazar romanın mekanını bas kahramanın yasadıgı kaosu yansıtacak sekilde
kurgulamıstır. Romandaki üç önemli mekan (sokaklar, sinema salonu ve Bayan
Naciye’nin küçük evi) bas kahramanın psikolojisini açımlar niteliktedir.
Çocuklugunda babası tarafından kutsal degerlerin çignendigine, sevdanın tensel
zevklerden ibaret görüldügüne tanıklık eden C, roman boyunca bu fikri yenmeye
çalısmıstır. Sürekli olarak toplumdan ve çevresinden ne kadar farklı oldugunu görmesi
bas kahramanı büyük bir yalnızlık duygusuna sevk etmistir. Bu duygu yasamın amacını
“birbiri için yaratıldıgına inandıgı kisi” ile tamamlanmak olarak gören bas kahramanın
onu sürekli arayısına dönüsmüstür. Bu arama süreci, aynı zamanda kisinin kendini arama
süreciyle örtüsür. C, onu buldugu zaman tamamlanmıs olacaktır.
Bayan Naciye’nin küçük evinde mecburiyetlerden ve dısarıdakilerin gözlerinden
sıyrılmıs bir sevdaya eristigini sanan C, geçici bir aydınlanma ve huzur anı yasamıstır.
Romanın C’nin arayısını hala sürdürürken son bulması, kisinin kendini tam olarak
anlayacak kisiyi belki de hiçbir zaman bulamayacagı anlamını tasır. Kisi, yasadıgı sürece
daima bir seylerin eksikligini hissedip bunun için kaygılanacaktır.

 

KAYNAKLAR
ATILGAN, Yusuf (2001), Aylak Adam, Yapı Kredi Yayınları, 3. baskı, stanbul.
———————- (2002), Bütün Öyküleri, Yapı Kredi Yayınları, 3. baskı, stanbul.
BACHELARD, Gaston (1996), Mekanın Poetikası, (Çev. Aykut Derman), Kesit
Yayıncılık, stanbul.
ELIADE, Mircea (2001), Mitlerin Özellikleri, (Çev. Sema Rifat), Om Yayınevi, stanbul
KORKMAZ, Ramazan (1997), Sabahattin Ali -nsan ve Eser, Yapı Kredi Yayınları,
stanbul.
LINGIS, Alphonso (1997), Ortak Bir Seyleri Olmayanların Ortaklıgı, (Çev. Tuncay
Birkan), Ayrıntı Yayınları, stanbul.
MAY, Rollo (2003), Yaratma Cesareti, (Çev. Alper Oysal), Metis Yayınları, stanbul.
ÖZLEM, Dogan (l996), Metinlerle Hermeneutik Dersleri, C: 1-2, nkılap Kitabevi,
stanbul.
TEBER, Serol (2001), nsanın Hiçlesme Serüvenine Giris, Papirüs Yayınevi, stanbul.
URRY, John (1999), Mekanları Tüketmek, (Çev. Rahmi G. Ögdül), Ayrıntı Yayınları,
stanbul.