Boşluk
Şimdi karanlığa boğulmuş eve usulca giriyorum. Dışardan biri görse ‘sarhoş’ diyebilecek kadar hüzünle ilk adımımı atıyorum eşikten evin içine doğru. Karanlığı bozasım yok sadece küçük, kendi kadar küçük bir ateşle mukabele etmek istiyorum. Bunun için ev pislenir düşüncesini bile bir kenara bırakıp eşya dolu salonun tam ortasına geçip sigaramı yakıyorum. “tüllerin kararması” itemiumrumda bile olmadan hem de. Şimdi bu full eşya ve yalnızlık dolu evde bir anne olsaydı bunlardan başkası derdi olmazdı ona, sağlam. Şimdi içimdeki Nietzsche baş gösteriyor, duruşuyla, ağzının içine içine giren bıyıklarıyla bile isyan kokuyor. Ne keskin koku ama. Burnumun direkleri dayanamıyor, bir bir isyan ediyor, isyanın kokusuna. Şimdi bir Sabahattin Ali klasiğiyle depresyona sokuyorum kendimi. Ne adam ama, hüzne boğulmaya yer arıyor resmen, babam görse Bakırköy’lük der. Şimdi Ahmet Hamdi Tanpınar tüm gözlem yeteneğini üzerimde sarf ediyor. Eminim Sahnenin Dışındakiler’deki gibi benim de burnumu anlatmak için tam 6 sayfasını ayırırdı. Ama benimkisi o kadar fena değil Sayın Tanpınar. En azından burnum yüzünden evlenemeyecek kadar değil. Ve şimdi son olarak Nazım Hikmet’in marjinalliğine bırakıyorum kendimi, sigaramın dumanı hala boşlukta. Ve şimdi tam da Hikmet’in sesinden şu satırları dinliyorum;
Bütün gün mor üstüne çalışmışım
Boğazıma kadar mora gömülmüşüm
Uzaktan bir akordeon sesi geliyor mosmor
Dilimin acısı kolumun sızısı
Kırk yıllık emektar baş ağrılarım mor
Bende tam 54 yıl öteden Hikmet’e cevaben diyorum ki :
Şimdi her yanım mor, mosmor
Bütün gece, en zifirisinde gecenin hep mor üzerinde çalışmışım
Her yanım mora bulanmış
Şiirler yazan ellerimin her bir yanı mor
Hüznümün en dayanılmaz hali mor hem de mosmor
Bakışlarım mor oldu hep, gülüşlerim mor
Şimdi, şimdi ey gece;
Yalnızlığımın her bir yanı mor hem de mosmor..
Aslında sevmek güzel şey. Belki kötü olan, kaderinde “sevmek-sevilmek” eylemlerinin tezahürünü aynı kişide yaşamış olmanın yazılmamış olmasıdır. Ne acı ama. Acıklı bir filmi okuyorsunuz şu anda. Ne diyordum ben Allah aşkına? Edebiyatçıyım ama normalim ve de gülebiliyorum. Yok öyle bir şey! Edebiyatçılıkta değildir aslında marifet. Marifet düşünmekte. Bana kalırsa aklı olan ve düşünebilen her insan yeni bir acıya gebedir her daim ve bu haller gözlerini yalan olana sonsuza dek kapayana kadar bir kısır döngü halinde gelip geçer. Ah sigaram bitme, yalvarırım bitme, dibine kadar ciğerlerime doluversin acı kokun. Ciğerlerime kadar yanmama izin ver nikotin, biraz da madde yansın acıyla. Madem acı daimmiş o halde paylaşmak gerek ki azalsın. İşte tam da paylaşabilecek tek bir insanım olmadığından bende okuyanlara, word’e anlatmakta çareyi buldum en nihayet. O değil de bir insanı olması gerek yine bir insanın. En azından derdini anlatabileceği, belki sigarasının son nefesini paylaşabileceği, tamam tamam hiç insanı olmayan biri için fazla istekler bunlar, en iyisi bütün yaptıklarını seyredecek sadece bakacak birisi olsun bari o da kâfi, yok mu? Hiç mi? Peki, sağlık olsun.
sınav için gönderilmiş bir kulun sınava bir türlü girmek istemeyişlerinden utançla..