"Dr. Strangelove" ya da "Korkmaktan Vazgeçip Bombayı Sevmeyi Nasıl Öğrendim?"
Garip isimli, ismi kadar şaşırtıcı bir film var bu akşam TV’de… Stanley Kubrick’in 1963 yapımı “Dr. Strangelove”ı… Kubrick, birçok okuyucumuzun bildiği gibi, günümüzün en önemli sinemacılarından biri sayılıyor. 1928 doğumlu Amerikalı sinemacı, 1955’de “Katilin Busesi – Killer’s Kiss” isimli alçakgönüllü bir polisiye ile başladığı yönetmenliğini “Son Darbe – The Killing”, “Zafer Yolları”, “Spataküs”, “Lolita”, “Uzay Macerası” gibi Türkiye’de gördüğümüz ve daha sonraları “Mekanik Portakal”; “Barry Lyndon”gibi görmediğimiz önemli yapıtlarla sürdürmüştür.
“Dr. Strangelove”, Kubrick film dizininde “Lolita” ile “Uzay Macerası” arasında yer alıyor. Şaşırtıcı bir güldürü, bir fantezi bu: Amerikan haberalma ve genelkurmay başkanlıklarındaki bir dizi önemli kişinin içine düştüğü yanılgılar zinciri sonunda, dünyanın nasıl bir atom savaşına sürüklendiği anlatılıyor. Çılgın bir fantezi atmosferinin gerisinde, Kubrick çağdaş insanın günlük yaşamında Demokles’in kılıcı gibi duran sürekli bir korkuyu dile getiriyor. Bir atom savaşının getireceği kıyamet günü korkusu. Aynı zamanda, askeri otoriteler, haberalma örgütleri taşlanıyor. Amerikan okurunun/seyircinin pek sevdiği türde bir siyasa/yapıntı (politic/fiction) ürünü bu. Bakalım bizim seyircimiz, aslında pek alışık olmadığı türdeki bu filmi nasıl karşılayacak. Filmde, Peter Sellers, George Scott, Sterling Hayden, Keenan Wynn, Slim Pickens gibi ilginç bir oyuncu kadrosu var.
O günlerin Amerika’sı ile bugünlerin Türkiye’sine zaman zaman çok yakın paralellikler çizen film hakkında, Amerika’nın en ünlü eleştirmelerinden Pauline Kael’in yazdıklarından bazı bölümleri sizlere sunuyoruz:
“Dr. Strangelove’a, başarısı ile sinemada Kara Komedi furyasını başlatan filmdir diyebiliriz. Aldatmaca ve hiciv, sinema tarihi ile birlikte seyirciyi eğlendirmeye başlayan iki unsur. Gerekçesi de açık. Gerçek hayatta olması imkansız bazı şeyleri filmde canlandırmak kolay. Sinema, kahramanlık öykülerini abartmak, ya da, saçmalıkları yaratmaya çok uygun bir sanat dalı. Bir atletin, koşusunu hızlandırmak, ya da, tramplenden dalan kişiyi sudan geriye, tremplene fırlatmak, bu sanat diliyle mümkün. Sinemada bu iki unsur, genellikle toplumsal ve politik alanlarda kullanıldığı zaman çok başarılı sonuçlar veriyor. Kahramanları ve sloganları abartan, hicveden filmler neşe ve ilgi ile seyrediliyor. Dr.Strangelove, bu alanda yeni bir dönem açtı. İçindeki her şeyi çok iyi ortaya koydu. Böyle olunca, filmin kendisi, içindekiler gibi gülünç olmaktan kurtuldu. Filmi birlikte izlediğim bir üniversite profesorü, ” Hiçbir film beni bu kadar içine almadı ve etkilemedi. Sinemada her dakika kendi kendime “Bu bir film sadece” demek zorunda kaldım” dedi.
Dr.Strangelove’ı rahatça “uyarıcı filmler” türüne sokmak mümkün. Çünkü toplumumuzu büyük bir hızla itildiği bu çılgın yolun tehlikelerine karşı uyarıyor. Ne yazık ki, savaş ve kitlesel yok olma konusunda bizleri uyaran sanatçılar, durumu yeniden nasıl kontrole alacağımızı söylemiyorlar. Çılgınlığı gösteren Dr. Strangelove, akıl yoluna nasıl dönüleceğini anlatmıyor. Bu yüzden, bir hicivden çok, korkuların açıklanması ve doğrulanması oluyor. Filmi seyreden herkes gülüyor. Yeni kuşaklar dünyayı çıldırmış görmekten zevk alıyorlar. Gerçekten korkmaktan vazgeçip, bombayı sevmeye başlıyorlar. Aslında şu anda bombayla yaşıyoruz zaten. Bu tehlikeyi komikleştirmek, kitleleri rahatlatıyor. Bir eleştirmen arkadaşımın “İnsan bu filmi izlerken gülmekten katılmasa, mesajına dalarak korkudan felç olabilir” deyişinde büyük gerçek payı var.”
Atilla Dorsay / 1978