Sinemanın Şairi Andrei Tarkovski: Bölüm I

Eisenstein’dan sonra Rus sinemasının dünya çapında en çok tanınan yönetmeni haline gelen, gelecekte Sokurov ve Zvyagintsev gibi üstatları da yolundan sürükleyecek Andrey Tarkovski, 1931 yılında doğup daha sonraları filmlerinde yer edinecek çocukluğunu yaşadıktan sonra film okuluna başlar ve Mikail Rom’un öğrencisi olur. Bitirme ödevi olarak çektiği ve kısa metraj sınırını iki dakikayla aşan Katok i skripka‘da (The Steamroller and the Violin) çok da uzun sürmeyecek sinema yaşantısının ilk tohumlarını serperken bir yandan da gelecek yirmi senede vereceği eserlere göz kırparak zamanının ötesine geçmeye hazırlanan genç bir sinemacı olarak akıllara kazınacaktır. İlk uzun metraj filmi Ivanovo detstvo‘da (Ivan’s Childhood) aynı ilk filminde olduğu gibi baba-oğul fenomenine yoğunlaşarak şiddetten uzak bir savaş filmi yapacak, daha sonra Andrey Rublev ile artık efsaneleşmek yolunda emin adımlarla ilerleyecektir.

Üç bölümden oluşacak Tarkovski dosyasının bu ilk bölümünde yönetmenin filmografisinin ana hatlarını oluşturan bu üç filme göz atacağız. Kronolojik olarak ilerleyip ikinci bölümde yönetmenin kendisi dahil pek çok seyirciyi ikiye bölen Solaris, Zerkalo (The Mirror) ve Stalker yer alacak; son bölüm ise Nostalghia ve Offret’i içerecek.

———————————————————————————————-

“Sanatçı kendi çocukluğundan beslenir” diyor Tarkovski. Edebiyattan resme, sahneden sinemaya binlerce yıllık süreçte sanatçıya malzeme veren şey bize politika, geleceği ve imkansızı arayış, eğlence gibi şeyler olarak gözükse de bireyin bireysel eseridir sanat ve beyazperdede bunu bu şekilde göstermeye çalışan en büyük isimlerden biri de Tarkovski’nin ta kendisidir -hiç şüphesiz. Okulundan mezun olmak için yaptığı ve yalnızca 43 dakika süren Katok i skripka sinemanın şairi diyebileceğimiz yönetmenin çalışmaları arasında özel bir noktada konumlanmıştır. Yaşadığı apartmandaki çocuklar tarafından tartaklanan ve onlardan farklı olduğu için bir nevi kıskanılan Sasha’yı anlatır Katok i skripka. Korumacı annesi tarafından pek çok konuda engellendiğini belki filmin sonlarına doğru anlarız fakat Sasha’nın baba şefkati ve sevgisinden mahrum olduğunu anlamak için o kadar beklememize gerek kalmayacaktır. Keman dersi için evinden çıkan ve diğer çocuklardan kaçmak için çabalayan Sasha’nın o seferki kurtarıcısı Sergei’ye -ya da silindirci demek daha doğru olur- bakışlarıyla birlikte anlarız küçük çocuğun baba olgusundan uzak olduğunu.

vgik_streamrollerviolinDaha sonra arkadaş olur Sasha ile silindirci. Aslında aralarındaki ilişkiyi arkadaş gibi bir nitelemeyle sınırlandırmak ne kadar mümkündür, orası tartışmaya açıktır. Silindircinin her hareketi Sasha’yı mutlu etmeye yetmektedir çünkü küçük çocuğun ihtiyacı olan azı vermesi bile bir fazlalıktır aslında. Belki de annesinden ve müzik öğretmeninden göremediği o sıcaklığı, biraz basit bir mantıkla kendi cinsiyetinden ve ruhuna yakın birinden alan Sasha’nın yüzünün güldüğüne de bu andan sonra tanıklık etmeye başlarız. Silindirciyle birlikte asfaltı düzeltirler, bir binanın yıkılışını seyrederken bastıran yağmurdan silindircinin ceketiyle korunurlar, sokakta gördükleri iki küçük çocuğun kavgasının haksızlığının üstesinden birlikte gelirler. Aynı zamanda bir baba figürü tarafından azarlanmayı öğrenir Sasha; silindirciye kızdığında yere attığı ekmek sayesinde. Ne gariptir ki bu azar onun ihtiyaç duyduğu şeylerden biridir ve daha sonra öğreneceğimiz şekliyle annesiyle yaşadıklarının aksine daha kabul edilebilir bir davranıştır küçük çocuk için. Silindirciyle sinemaya gitmek için anlaşan Sasha’nın annesi tarafından izin alamaması ise Tarkovksi’nin tek bir kadın tarafından büyütülüp sınırlandırıldığının Katok i skripka‘daki yansımasıdır.

Demir bir perdeyle etrafı çevrilmiş bir ülkenin, yine demir bir perdeyle etrafı çevrilmiş insanlarının aczını kendi çocukluğundan beslenerek beyazperdeye yansıtan Tarkovski, daha sonraki filmlerinde de bolca kullanacağı ve kendisiyle özdeşleşecek ab-ı hayat ile ilk tanışıklığımızı da Katok i skripka ile yaşatmış, yağmura ve suya ne kadar anlam yükleyeceğini göstermiştir. Bazen bir arınma, bazen tanrının varlığına işaret, bazense bir olmanın ve kardeşliğin sembolü haline sokmuştur suyu kendisi. Kendi çocukluğundan beslendiği gibi zamanla yaşamın, insanın kendisinden beslendiğini de bu yolla gösterecektir.

Çocukluğun yaşanmamış özlemlerinden doğan aşkını ilk uzun metraj filmi olan Ivanovo detstvo‘da da devam ettiren Tarkovski, savaşın gösterilmediği fakat fazlasıyla hissettirildiği bir savaş filmi ile seyircisinin karşısına çıkar. Dönemin Sovyet hükümeti tarafından engellere takılacak Ivanovo detstvo, sinemanın şairinin daha sonra pek çok kez karşılaşacağı bir tutumun da ilk habercisi olacak, bu tutum kendisinin sürgün edilmesine kadar varacaktır. Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan’ı kazanarak uluslararası arenada büyük bir şöhrete kapılacak, kendisinin okyanus ötesindeki muadili diyebileceğimiz Stanley Kubrick’in Paths of Glory’de gösterdiği gibi çarpıcı bir askeri eleştiri yaparken bir yandan da kendi yaşantısıyla o zamanlarki dünya düzenini harmanlayıp sinemada yeni bir dönemin doğuşunun sinyallerini verecektir.

IvansChildhood_Lgİkinci Dünya Savaşı sırasında Ruslar için casusluk yapan ve henüz küçük bir çocuk olan Ivan’ın gerçekliği ve hayal dünyası arasında gidip gelerek birbirine zıt yollarda fakat aynı düzlemde seyir eden bir öyküyü anlatıyor Ivanovo detstvo‘da yönetmen. Katok i skripka’nın aksine büyük oranda siyah beyaz çekmeyi tercih ettiği bu filmde kişinin kendi felaketini, kıyametini ele alırken toplulukların felaketlerini de bundan yola çıkarak gözler önüne seriyor. Yıkımları ve kıyımları, silah sesleri, dumanlar ve patlamalar olmadan anlatıyor fakat anlatımına sığdırdığı ince ayrıntılar ve çarpıcı ipuçları ile beklenenden daha büyük bir aksiyon, haliyle de reaksiyon yaratmayı başarıyor. Bu yıkımı ve kıyımı, yani felaketi de başlatmak için daha sonra kendi izinden gidecek olan sanatçılara ilham verir şekilde kanatlanan kuşlardan faydalanarak simgeleştiriyor. Bir tavuğun uçmaya çalışmasını seyreden seyirci, yönetmenin sonraki filminde (Andrey Rublev) aynı imgeyi Tatar istilasının başlangıcında bir kazın havalanmasıyla tekrar tadıyor. Üstadın diğer imgeleri haline gelmiş atlar (yahut hayvanlar diye genellenebilir) ve ab-ı hayat da Ivanovo detstvo‘nun en çarpıcı sahnelerinden bazılarını kotarmak için kullanılmıştır.

Ordunun en üst rütbelerindeki insanları bile dize getirebilen bir karakter Ivan. Tarkovski’nin bu çocuk karakteri niçin bu kadar güçlü yarattığının altında ise çok çeşitli sebepler aramak mümkün. Katok i skripka’da olduğu gibi baba kavramına dair geçmişinde bir bilgimizin olmadığı Ivan’ın annesiyle olan aşkını ise Tarkovski olabildiğince açık bir şekilde işliyor. Sonraları Solaris’te de anne bağının üstünde duracak olan yönetmen, Ivan’ı kendi kendisinin efendisi olarak şekillendirirken baba olgusundan uzak olmasının bir sonucu olarak bu yolu seçiyor. İlk filminin aksine baba özlemini çok da ön planda tutmuyor yönetmen zira artık babanın rolü çocuğa yükleniyor. Ivan’ın duruşu ve tavırları, çevresindekilere ettiği kelamlar dahi babaya ihtiyaç duymaktan ziyade kendi rol modelinin kendisi olduğunu gösteriyor. Sinemada çocuk karakterlerin güçlenişinin ve şekillenişinin bir dönüm noktası, belki de başlangıcı kabul edilebilecek Ivanovo detstvo, yine de bu konuda bazı tartışmalara öncülük edebilecek bir yapıya bürünmüş durumda. Öyle ki yönetmenin bazı noktalarda Ivan’ın önüne engeller koymakta ne kadar özgür olduğunu hissettirmesine rağmen bazı noktalarda bu yetisinden üstüne basa basa kaçışının sebebini anlayabilmek o kadar da kolay değil.

Hırsı ve -çok net olmasa da- nefretiyle kendini öne çıkaran bir çocuğun yanında, Tarkovski’nin daha sonraları da kullanacağı çekici, anlaşılması güç kadın karakter etrafında dönen karakterler çerçevesinde gelişen yan öyküler de bir yandan şiddetten uzak bir savaş portresi çizilmesine yardımcı olurken diğer yandan insanlığın ve insancıllığın Tarkovski sinemasının özünü oluşturmasındaki ana paydayı yakalamada rol oynuyor. Yönetmenin tüm filmlerinde onunla çalışarak adını efsaneleştirecek Vadim Yusov’un siyah beyaz yeşil tasvirleri ve Tarkovski’nin şiirsel anlatımında en büyük paya sahip yirmi dört karenin her biri de Ivanovo detstvo ile başlıyor. Uzun planlar, seyircinin gözüyle uyumlu kamera hareketleri genelgeçer görüşte sıkıcı olarak lanse edilmeye mahkum gibi görünse de Tarkovski ve Yusov’un elinde adeta perdeye yazılmış ahenkli şiirler, uzun nesirler olarak can buluyor.

Ivanovo detstvo‘nun getirdiği ün ile çok beklemeden, dört sene sonra Andrei Rublev ile yedinci sanata geri dönüyor Tarkovski. 15′inci yüzyılın ilk yıllarında yaşamış ressam ve daha sonra aziz olarak kabul görecek Andrey Rublev’in hayatının çeyrek asrına göz atılan film, aynı zamanda sinemanın şairinin gerçekliğe en yakın filmlerinden ve eleştiri sanatını da en ağır şekilde kullandığı yapıtlarından biridir. Seyirciyi hayretler içinde bırakan plan sekanslara sahip, siyah beyaz olmasına rağmen zamanının ötesinde bir başyapıt olarak kabul edilebilir. Daha ilk dakikalarındaki balonla uçma sahnesinde yaşanan heyecanın ardından aynı topraklarda yaşayan toplulukların birbirlerini katledişine kadar varacak eleştirilere, özgürlüğün ve sınırları zorlamanın deneysel anlatımına, hümanizmin ve merhametin tohumlarına, dönemin Sovyet egemenliğinin yasaklarının ana planını oluşturan tanrı olgusuna dair oldukça uzun ve geniş bir anlatıma sahip Andrei Rublev. 

Şimdiye kadar Tarkovski için sinemanın şairi dediysem bunun asıl sebebi bu filmin kendisidir. Seyrederken sanki eski bir Rus romanını okuyormuşsunuz hissini bu kadar veren bir başka sinema eseri var mıdır, emin değilim (öyle ki, Tarkovksi’nin diğer filmleri bile bende bu etkiyi yaratmış değildir). Üç buçuk saat süren ve sekiz bölüme yayılan bu film, yönetmenin beşinci sanat olan şiirle yedinci sanat olan sinemayı harmanlayarak üstüne sanatın öncülü olan resmi tuz biber olarak kullanmasının en önemli kanıtı desek yanlış olmaz.

34_box_348x490Filmde Rublev ve Kirill isimli iki keşişin, bir kilisenin duvarlarına ikon çizmek üzere yola çıkmaları ve sonrasında başlarına gelenler anlatılır. Rublev’i kıskanan Kirill, arkadaşına iftira atar ve bunun bir sır gibi saklanması konusunda da elinden geleni yapar. İş için gittikleri yer daha sonra Tatarların istilasına uğrar, bu sırada bir Rus kızını korumak amacıyla bir askeri öldüren Rublev sessizlik yemini ederek cezasını çekmeye başlar. Oraya gelen Büyük Prens yeni bir kilise çanı yaptırmak ister, ölen çan ustasının oğlu ise çan yapma sırrının kendisinde saklı olduğunu iddia ederek bu işe girişir. Sinema tarihinin en ilgi çekici sekanslarından biri de bu şekilde başlar. Bir kilise çanının nasıl yapıldığına tanık oluruz, Borişka ile birlikte hırsı ve heyecanı yaşarız. Finalde ise onunla birlikte gözyaşı dökmemek için bir nedene ihtiyaç duymayız.

Andrei Rublev‘i ilginç kılan yanlarından biri birlik ve beraberlik, sevgi ve kardeşlik mesajlarını işleyiş biçimidir. Ivanovo detstvo‘da pek tanık olmadığımız şiddet olgusu Andrei Rublev‘de kendini açıkça gösterse de özellikle Tatarların Rus şehri Vladimir’i işgal ettikleri bölümde olaylar bir hayli zıt ilerlemektedir. Bir yandan hayvanlar dahil her canlı katledilirken -ki özellikle ineğin yanışı ve atın merdivenlerden yuvarlanışının ardından kalbine saplanan mızrak yürek yakar- öte yandan Tatar komutanın küçük Rus kızını arzulama hali birbirine ters düşmektedir. Buna karşın Tarkovski bu noktada bir kez daha kadına olan şehvetin sınırlarını çizmeyi başarır ve onu saygıdeğer bir varlık olarak göstermekten çekinmez.

Birbirinden etkileyici replikleri, özenle çizilmiş tablolar misali akan görüntülerin geri planında kalan filmde Rus hakimiyeti sonuna kadar hissedilmektedir. Planlar ne kadar uzun olsa da Andrei Rublev boşluksuz ilerler, seyircisine kendisi üzerine düşünmesi için zaman verirken bir yandan da sanatın farklı dallarına hizmet ettiğini hissettirir. Estetizmin doruklarını yaşatır. Zamanın akışına, yüzyılların sıralanmasına rağmen insanoğlunun ruhunun değişime uğramadığını, uğrayamayacağını anlatır.

Anlattığı ve eleştirdiği bu değerler, gerçekler yüzünden pek çok engelle karşılaşan, Cannes Film Festivali’nde gösterilmemesi için Sovyet yönetiminin çok çaba sarf ettiği film, festivalin ödül töreninin yapılacağı sabah gösterilmesine rağmen FIPRESCI ödülünü kucaklamayı ise başarmıştır. Dönemin malum gücünün engellemeye niçin çalıştığını anlamak içinse filmi -mümkünse birkaç kez- seyredip üzerinde düşünmeye, Tarkovski’yi ve anlatmaya çalıştığı dünyasını kavramaya çalışmak gerekir. Sinemayı sevenler için bu uzun yapım bir külfet olmaktan öte efsanelere konu olmuş bir şiir gibidir; okudukça okunur, gözlerden akıp gider.