The Shining – Stanley Kubrick Film Analizi

Sinema eleştirmenlerinin hakkında kalem oynatmaktan en çok hoşlandıkları filmlerin başında Stanley Kubrick”in The Shining (1980) adlı filmi gelir. Stephen King”in romanından uyarlanan film, Torrance ailesinin Rocky Dağları”nın karlı eteğindeki ıssız Overlook Hotel”ine bekçilik yapmak üzere gitmelerini ve baba Jack Torrance”in ”cabin fever / kulübe çılgınlığı” adı verilen bir bunalıma girerek cinnete sürüklenmesini anlatır. Ele aldığı film türlerinin en başarılılarını çekmesiyle bilinen Kubrick, The Shining”le de korku sinemasının mihenk taşlarından birisine imza atar. Hiç kuşkusuz, filmin bu denli sevilip beğenilmesinin, onu analiz eden yığınlarca makale yazılmasının baş nedeni bol katmanlı bir yapıya sahip olması ve her izlemede farklı bir deneyim yaşatması olsa gerek. Beni bu yazıya iten etken ise filmin alt metinleri hakkında Türkçe yazılı kaynakların oldukça az oluşu.

The Shining”i ilk izlediğimde ekrana kilitlendiğimi, kapanış jeneriği belirene kadar da parmağımı dahi kıpırdatamadığımı hatırlıyorum. Şimdi ise durup düşündüğümde bu filmi, en az bir Yeşilçam komedisi kadar çok izlediğimi görüyorum. Eyes Wide Shut (1999) ile beraber Kubrick filmografisindeki en sevdiğim yapım olan The Shining”i benim gözümde değerli kılan şey de sanırım bu görünenin ötesindeki alt metinlerin bolluğu ve her izleyişimde yeni bir boyut yakalamam. İlk bakışta bir aile dramını anlatan filmin köklerinde gizlenen ve izleyeni ”görmeye” değil, ”okumaya” iten alt metinlerden kısaca bahsetmek istiyorum.

Kökler

Tod Browning”in Dracula (1931)”sından başlayan çok geniş bir yelpazeye sahip The Shining”in kökleri. Hatta denebilir ki film, dünya korku sinemasının kısa bir özeti, bir korku filmleri antolojisi tadındadır. The Shining”in bu zengin referans listesine bakarak Kubrick”in, filmini çekmeden önce korku türüne ait hemen hemen tüm kayda değer filmleri izlemiş olduğunu var saymak pek de yanlış sayılmaz.

Kubrick verdiği bir röportajda hikâyeyi incelemek isteyenlere anahtar bir izlek olabilecek bir söz söyler,

– Korktuğunuz bir şeyin varlığını inkâr edemezsiniz!

Bu sözle, paranormal (perili ev) ile paranoyak (şizofrenik) korku alt türlerinin nasıl sentezlendiğine ilişkin bir açıklamada bulunur. Zira onun kamerası insanın doğasına çevrilidir ve Stephen King”in kitapta yapmak istediği ”kötücül ev” metaforunu saf dışı bırakarak insan ruhunun karanlık doğasında bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk, daha ilk dakikadan başlayarak otelin dolambaçlı koridorlarında devam edip bahçedeki karlı labirente dek uzanır.

Kubrick”i ”entelektüel bir korku filmi” yapmaya güdüleyen esas etkenin İngmar Bergman”ın iki filmi olduğu düşüncesindeyim. Bunlardan ilki Tystnaden / Sessizlik (1963). Filmdeki uçsuz bucaksız otelin koridorlarında sergilenen karnavalesk tuhaflıkların bir çocuğun gözünde izlenmesi ve susulan, hiç dile getirilmeyen modern yaşamın acıları The Shining”e bir nevi annelik eder adeta.

Diğer Bergman filmi Vargtimmen / Kurdun Saati (1968)”nde ise, ıssız bir adada yaşayan ressamın adım adım çıldırışı anlatılır. Filmde ressam, gotik bir şatonun dehlizlerinde gezinirken hayaletler görür, tutkusu haline gelmiş bir kadını ararken perişan olur. Ancak film temelde, ressama sabırla katlanan karısının mutsuzluğunu anlatır. Karısı soğukkanlılığını yitirip kendisine inanmaya başladığında o da canavarları, hayaletleri görmeye başlar ve aynı kâbusun içinde yitip gider. TıpkıThe Shining”de olduğu gibi…

Kubrick”in bu iki Bergman filminin haricinde büyük bir konağa yerleşmesiyle hayatları alt üst olan bir aile dramı olan The Amityville Horror (1979)”dan da oldukça etkilendiği kanısındayım. Saat gece üçü vurduğunda evin mahsenindeki ”kanlı sularda yaşayan” kötücül güçler babayı esir alır ve baba trans halinde yatağından kalkıp baltayla etrafa saldırmaya, kendi ailesini doğramaya kalkışır. Jack Torrance”ın Overlook Oteli”nin hayaletlerinden aldıkları direktifler de benzer şekildedir.

Ayrıca şeytanın bebeğini doğurmaya zorlanan Rosemary”nin dehşet dolu hikâyesinin anlatıldığıRosemary”s Baby (1968)”nin de The Shining”in referans aldığı filmlerden olduğunu söylemek mümkün. Labirente benzeyen koridorlarıyla büyük bir apartman, avam kamarası tarafından avlanan ve aklı çeldirilen bir koca ve bu doğaüstü hikâyenin merkezine yerleştirilen oldukça gerçekçi eleştirel alt metinler The Shining”in de merkezinde yer almakta. Yönetmenin, bu filmden etkilendiğini söyleyen herhangi bir makaleye rastlamadım ancak Eyes Wide Shut”taki ayin sahnesinin Rosemary”s Baby”e bir referans olduğunu Kubrick”in bir röportajda bizzat kendisinin söylediğini hatırlıyorum.

The Haunting (1963)”den The Exorcist (1973)”e birçok korku klasiğinin The Shining”de anıldığını, hatta anılmanın ötesinde işlevsel bir biçimde filme katkı sağladığını görürüz.

Bir Kızılderili mezarlığı olarak Overlook Oteli

Temelde bir aile dramı olan hikâye, bize Amerikan ulusunun kuruluşuna ilişkin şeyler söyler. Otel müdürü, otelin bir Kızılderili mezarlığının üzerine inşa edildiğini açıkladığında altın ipucu verilir aslında. çünkü film, Kızılderili soykırımlarıyla inşa edilen Amerika”nın bir nevi alegorisidir. Ve bu soykırım, geçmişte kalmamıştır, etkileri halen hissedilmektedir. Overlook Oteli”nin her yanı Kızılderili motifleriyle süslüdür mesela. Dikkatli bakan bir göz, duvarların, halıların, yollukların, resimlerin… Kızılderili işlemeleriyle bezendiğini görebilir. Balta ve ok gibi Kızılderili usulü savaşma silahları öne çıkar. Bahçedeki labirentte babasından kurtulmaya çalışan Danny”nin, karda izini kaybetmek için adımlarını tersten izlemesi de bir Kızılderili iz kaybettirme tekniğidir. Kan gölünün taşıp odaya döküldüğü sahnedeki sessizliği, Kızılderili soykırımının bastırılmasına, susturulmasına ve hiç dile getirilmemesine yönelik bir işaret olarak yorumlayanlar da mevcut.

Beyaz bir Amerikan ailesi olan Torrance”lar, bu katliamın göbeğinde yükselen Jack Daniels”li, Marlboro”lu, Coca Cola”lı medeniyetlerinin içinde bir bellek gezintisindedirler. Karanlık geçmişleriyle yüzleşmekte fakat sistemin rekabetçi, ”kazan – kazan” politikalarının kurbanı olarak birbirlerini öldürmeye yönlendirilerek aynı şiddetin farklı renklerini işlemektedirler.

Amerika”da yaşanan Güney – Kuzey savaşları ekseninde Danny, bir Güneyliyi oynamakta, mistisizmi ve telepatik güçleriyle, voodoo büyüleriyle bilinen bu coğrafyanın küçük bir temsilini sunmaktadır. Siyahi aşçıyı, otele çağırması ise Afrika”dan getirilen zenci köle ticaretini anımsatmakta, buna karşılık Jack”in gelen zenciyi öldürerek otelin ”arılığını koruması” ise tam bir Kuzeyli refleksi olarak şablona oturmaktadır.

“Beyaz adamın yükü!”

Jack Torrance, hayalet barmen Lloyd”a bu sözü söyler, “Beyaz adamın yükü, Lloyd! Beyaz adamın yükü!”

Şimdi Torrance ailesi, kanla, şiddetle ve baskıyla inşa edilen beyaz medeniyetlerini elitleştirmek, milli burjuvazi yaratmak, ataerkil bir kapitalist düzeni korumak ve kollamakla mükelleftir. İşte beyaz Jack”in yükü budur. Ancak bu zihniyet haritası, bu geçmişin, şimdiyle ve gelecekle birlikte yaşaması engellenen, ört bas edilen gerçekleri de gün yüzüne çıkararak rüyayı kâbusa çevirir. Bu hatırlayış, en çok avam kamarasını rahatsız eder. Toplumda milliyetçi söylemlerle azınlıkları suçlayan, dışlayan, ötekileştiren kişilerden birisi olan Jack, yaptıklarının sebebini esasında hiç bilmez. Ona “Otele bir zenci gelmekte!” denir, o da bu zenciyi öldürmeyi görev bilir. Onun tek derdi, bu üst sınıfa yaranmak, kendisini önemli bir kişi gibi hissetmek ve çoktan yitirdiği iktidarını yeniden kazanmaktır. Geçmişle bağ kuran ve ”hatırlayan” oğlu Danny bu noktada en büyük düşmanına dönüşür.

Duvardaki Kızılderili yolluklara ise çok manidar bir biçimde saldırır Jack, Amerikan kültürünün ikonlarından olan beysbol topunu var gücüyle üzerlerine savurur. (Ve ironik bir biçimde karısı tarafından bir beysbol sopasıyla alaşağı edilir.)

Bay Grady ile lavaboda konuştukları sahnede lavabonun üst kısmı beyaz, alt kısmı ise kırmızı renklerdedir. Beyaz refahı, kırmızı ise kanı ifade eder, kan üzerine kurulu bir medeniyet. Grady adı ise (Jack”in tonlamasıyla belirginleşerek) ”greed”den yani ”aç gözlülük / hırs” kelimesinden gelir. Grady bir garson, Jack ise bir bekçidir. Bu iki altsınıf vatandaş, üstsınıfların bitimsiz balosunda hizmet etmekte, tuvalet gibi manidar bir yerde, uluslarını kurtarmanın çarelerini aramakta ve aynada birbirlerini yansılayan aynı özneler olarak kendi kendileriyle konuşmaktadırlar. Kubrick, bu sahnedeki diyaloglardaki aks atlamalı sinematografiyi bile isteye seçer. Adeta Jack, ayna karşısında kendi kendisiyle konuşarak filmin şizofrenik boyutuna bir kapı açar. öyle ya, filmde gerçeklik sorunsalına söylenceler ve fantazyalar aracılığı ile cevap arandığından başkarakterin ”şizofrenik bir yazar” olması pek bir anlamlıdır.

Masallar, söylenceler, çizgi filmler

The Shining”in merkezinde masal ve çizgi film kahramanlarının yer alması, durumun bir ”kurmacadan” ibaret olduğuna işaret eder. çünkü hegemonik süreç bu tarz söylencelerle beslenerek ilerler ve ”arı bir medeniyet masalı” ancak bu sayede meşruluk kazanabilir.

İlk olarak Danny, aynanın önünde hayali arkadaşı Tony ile konuşurken duvardaki masal kahramanları göze çarpar. Sonra Overlook Otel”inde (ki ”Overlook” kelime anlamı olarak ”göz ardı etmek” demektir) kaybolmamak için ekmek kırıntılarının yere bırakılması gerektiğinden bahsedilerek bir ”Hansel ve Gratel” metaforu ortaya konur. Ardından Jack, karısıyla oğlunun sığındığı tuvaletin kapısını kırmaya hazırlanırken elindeki baltayla “Küçük Domuz! Beni içeriye al! Yoksa üfleyip evini başına yıkacağım!” diyerek ”üç Küçük Domuz” masalından alıntı yapar.

Masalların yanı sıra Danny”nin giydiği kazaklardan birisinde Mickey Mouse vardır. Bu meşhur fare kahramanın, temelde, Amerika”ya yerleşen ve beyaz toplumda kendine bir statü bulan zenci kişilerle ilgili bir alegori olduğuna ilişkin iddialar bulunmaktadır. Otele siyahi aşçıyı çağıran ve Bugs Bunny hayranı olan Danny”nin Mickey Mouse kazağı giymesi de bu çizgi film kahramanıyla kurulan bir bağlantının göstergesidir. Rüyanın perde perde soğuyup kâbusa dönüştüğü final sekansında Wendy, ayı kıyafeti giymiş birisini çarpık bir cinsel ilişkiye girerken görür, bu mizanseni, hâkim söylemin karanlık yüzünün açığa çıkmasıyla sevimli masal dünyasının ters yüz olması şeklinde açıklayabiliriz.

çizgi filmlerin ötesinde televizyonlarda gösterilen Kovboy filmleri de ana söylemin mitselleştirdiği ”Beyaz Amerikalı” figürünün beslendiği kanalları ifade eder.

Bir ”Apollo 11” Sendromu

Amerika”nın aya insan göndermesi, o dönemin toplumunda farklı farklı etkiler bırakmıştı. İnsanın aya ayak basmasıyla ayda yaşayabilme teorileri de gündeme gelmişti. Bu durumun yarattığı gerilimlerden ve heyecanlardan birisi de insanın sonsuz uzayla yüzleşmesiydi şüphesiz. Ayda bir Amerikan medeniyetinin dahi kurulabileceğini öne sürenler bulunmaktaydı.

Kubrick”in bizzat tanık olduğu 70”lerdeki bu korku ve paranoya dolu ”Apollo 11” meselesini The Shining”e kanalize eder. Torrance”lar bir nevi aya gitmiştir ve uçsuz bucaksız Overlook Oteli”i de uzayın sonsuzluğuyla bağlantılanmıştır. Bu altmetni, yine Danny”nin kazaklarından birisinde görürüz, koridorda bir başına, korkuyla ilerlerken kazağında ”Apollo 11” resmi bulunmaktadır.

Altın Balo Salonu”nun Kanlı Pisti

Birçok kült sahnesiyle, ürpertici müzikleriyle, hipnotize eden sanat yönetimi ve steadycam kullanımlarıyla çoktan hafızalara kazınmış durumda The Shining. ”Fotoğraf ve Zaman” ile kurduğu ilişki ise apayrı bir makale konusudur. Labirent izleğini hakkıyla kullanarak seyirciyi bir sürü sahte ipuçları içinde çıkmazlara iten film, aslında net bir cevap veya bir çıkış yolu sunmaz izleyiciye. çünkü hem bir koldan tüm yaşananların yazar Jack”in zihnindeki kurmacadan ibaret olduğunu ima eder, hem de diğer koldan bir hayalet öyküsü anlatır.

Doğal olana veya doğaüstü olana inanmak tamamen seyircinin seçimine kalmıştır. Zira Kubrick, gerçek bir sanat eserinin daima muğlak bir zeminde yer alması gerektiğini, seyirciye hep bir tartışma imkanı sunmasının elzem olduğunu söyler. Ki zaten onun The Shining”de vurguladığı şey, kurgunun veya hayaletlerin değil, tüm bunları tasarlayan ve var kılmaya çalışan insan ruhunun karanlığı olduğudur. Masallar, filmler, çizgi filmler ve söylenceler ile oluşturulan ana söylemin, insanı kaçınılmaz bir paranoyaya ve anomiye sürüklediğini gösteren Kubrick, (gerek hayali, gerekse hakiki) bir ”korku” ortaya çıktığını ifade eder ve esas olanın da bu ”korku”nun anlatılması gerektiğini belirtir. The Shining”i ayrıksı ve nitelikli bir korku filmi yapan da işte bu ”korku” tanımı ve onu bol katmanlı bir biçimde anlatma hissiyatıdır.

Emrah Öztürk