Toprak ve Gök

toprak_koruma_yasasi_ivedilikle_hayata_gecirilmeli_h9053Bahar mor çiçekleriyle birlikte nede güzel gülüyor etrafa. Sanki her yer mor. Her yer mora bulanmış dibine kadar. Şimdi bu ahengi sarı laleler bozar. Baharın rengi ne? Diye sorsalar bana elbette ki mor derdim. Mor kesinlikle baharın ve mutluluğun rengi. Tekrar bakın bahara nede güzel morlanmış değil mi? Devam edelim bu dibine kadar morlanmış yolda. İşte orada yeşillerin arasında kalmış eski, harabe fakat resmen yepyeni bir ev. Tahtadan yapılmış, cam çerçeveleri, kapısı, merdivenleri dahi tahtadan. Her yanı yeşile ve mora boyanmış. Her yanı mor. Yavaş yavaş ilerleyin şimdi tahtadan dış kapısını açın ve yemyeşil bahçesine dahil olun. İçeri girdiniz mi? İlk dikkatinizi çeken, mora bir ton atsa yaklaşacak lila sümbüller olacak. Resmen neşe kaynağı. Bahçenin tadını çıkartın derim size, bir daha ancak rüyanızda görebileceğiniz kadar güzel bir bahçe çünkü burası. Yeşile dalıp dalıp çıkın, mora bulansın her yanınız korkmadan. Ama hala bahçenin girişinde bekliyorsunuz. Devam edin, salıncağı görmüş olmalısınız. Bu kadar da güzel olamaz diye mırıldanın böylece. Şimdi salıncaktasınız. Kendinizi rüzgâra bırakıp, bir yukarı bir aşağı, bir yukarı bir aşağı. Bir toprak bir gök, bir toprak bir gök. Bir kahverengi bir mavi, bir kahverengi bir mavi. Sizce de zevkli değil mi birbirine aşık iki aşığın arasında gidip gelmek? Birbirine aşık olan ama asla kavuşamayan iki aşık. Toprak ve gök. Onlar sadece bakışırlar ey okur sadece bakarlar. Bilseler bununda haram olduğunu saygılarından gözlerinin önlerinde olmalarına rağmen yine bakmazlardı. Böyle de sadık iki aşık onlar. Şimdi tekrar salıncağa dönelim. Şimdi Gök’tesiniz rüzgar yüzünüzü yalayıp geçiyor tüm yakıcılığıyla ama tam o yanışta Gök’e kavuşmak bambaşka olmalı. Rüzgarın tüm yakıcılığına değer cinsten bir güzellik bu. Öyle güzel karşılıyor ki misafirini Gök, öyle güzel gülüyor ki, Toprak’ın aşkına hak vermemek elde değil doğrusu. Gök’ü görünce içinde ne varsa katılığa, zorluğa dair hepsi bir anda çözülüveriyor, bir anda eriyiveriyor tüm zorlar, kolaylıkla. Şimdi Gök’ten ayrılışın hüznü boğar insanı. Ama bir karşılayan var. Zira ne diyor? ‘her zorlukla beraber bir kolaylık var’ kolaylık işte tamda bu zorlukla beraberce geliyor. Bu kez Toprak karşılıyor tüm azametiyle sizi. Gök’ün içleri eriten güzel gözlerine karşılık aşkla, güvenle, erkekçe, sertçe bir bakış atıyor Toprak. Korkunç ama kuşatıcı bir bakış bu. Görenler belki korkar, çoğu kez ürker. Ama bilmezler keskin bakışlarının altındaki naifliği. Zira oda istemezdi ayrılmaya kıyamadıklarımızı bağrına gömmeye. Oda istemezdi çürümüş etlerden kalan kemikleri bağrına basmayı. Belki bu yüzdendir ilk bakışta ürkmelerin sebebi. Bakışlarındaki sertlik, ciddilik belki bu yüzdendir. Gözlerine ilk baktığınızda, o yılların eskittiği gözlere bir kere baktığınızda kendinizi güvende hisseder, bir anda damarlarınızda güç bulurdunuz. Öyle babacan bir bakışın adıdır Toprak. Dışardan heybetin içerden merhametin adıdır Toprak. Gök’ten sonra Toprak duvar etkisi yaratır bir anda insanda Gök’ün yumuşaklığından sonra Toprak’ın sertliği yakarda kavurur ciğerleri amma ikisinin de yeri bir ayrıdır. İşte salıncakta kendinizi bu iki aşığın arasında, arafta hissederdiniz tam ortada. Gök kadını temsil eder, Toprak ise erkeği. Gök’ün utangaçlığı, içten gülüşü aslında hep kadınlığındandı. Toprak’ın sertliği, heybeti, bakışlarındaki azamet de hep erkekliğindendi, kendinden değil. İşte tam burada iki aşık yine ayrıydılar. Kavuşmak yoktu onlara yalnızca sevmenin adıydı onlarınkisi. Dedim ya bilselerdi bakıştaki yakıcılığı, haramı belki de birbirlerinin dibinde olsalar da bir lahza dahi bakmazlardı birbirlerine. Yanmak dayanılmazdı çünkü ateş dayanılmaz olandı ve yeryüzünde ona dayanacak tek varlık bile yoktu. Salıncaktan inmenin vakti geldi artık. Hala yeşilin içindeyiz her yer yemyeşil ve mosmor. Biraz daha ilerleyin bahçeye yeterince doyduk şimdi görünüşüyle eski ama aslında yeni, yepyeni eve girme vakti geldi hatta nerdeyse geçiyor. Adımlarımız yavaş olmalı bu noktada zira acelemiz yok sakin ve dingin. Tahta merdivenleri birer birer çıkmaya devam ediyorsunuz. Artık merdiven yok tamda tahta kapının önündesiniz. Demirden bir tokmağı, kapının kenarında da demirden bir zil tıpkı eski Türk filmleri kıvamında manidar. Şimdi eliniz tokmakta yavaş yavaş vuruyorsunuz. İçerden ayak sesleri. Biri mutfaktaki yemeğini taşırmamak için koşa koşa geliyormuş gibi sanki. Ve kapı açılır bir çift göz karşılar sizi, sımsıcak bir göz: -Hoş geldin Bey.

-Hoş buldum Hanım. Yemekte ne var?

– Gel mutfağa hele en sevdiğin yemek karnıyarık yaptım sana en güzel patlıcanlardan. (yazarın canı burada karnıyarık çekmiştir)

-ooo bunu neye borçluyuz? Immm miss gibi kokuyor gerçekten.

En güzel patlıcanlardan yapılmış bir karnıyarıkla karşılar sizi Hanımınız. Bu ev huzurun adıdır öyle ya. Güzelce karnınızı doyurursunuz eşinzin güzel gözleri eşliğinde. Ve tabi ki eşiniz sizinle dalga geçmeyi ihmal etmez. Çünkü bu sabah arabanın anahtarı yerine evin anahtarlarıyla marş basmaya çalışmıştınız, unuttunuz mu? Yemek faslı çabuk geçer malum. Yorgunluk atmalı artık. Bunun için en güzel çözüm çatı katıdır elbet. Yemek odasından çıkıp tahtadan merdivenlere yöneliyorsunuz bu kez hızlıca. Birinci kat geride kaldı şimdi üçüncü yani sonuncu kattasınız, çatı katı. Merdivenler bitince çatı katında göz gezdiriyorsunuz. Sol taraftaki duvarların hepsi kitaplarla dolu. Allah aşkına şu kısa ömürde bu koca kütüphane kimin harcı? Kitaplıklarda evin yapısına uygun yine tahtadan. Camın önünde iki tane tekli bir koltuk belli ki kitap okuma köşesi olarak tasarlanmış. İki tane koltuk olması da yalnızlığın kaldırılamaz bir boşluk olduğunu gösteriyor bize. İkinci kişi tabi ki eşiniz varlığı huzur getiren eşiniz. O koltukların yanına doğru hamle yapıyorsunuz. Küçük üçgen pencereden ege harika görünüyor gerçekten, deniz her zaman nefes kesiciydi zaten. Bir umman uçsuz bucaksız sonu olmayan bir umman. O küçük pencereden denize bakmak rahatlatıyor sizi zaten her canınız sıkıldığında bu pencereden dünyaya bakmak adetiniz. Biraz daha dalıyorsunuz fani olana. Sonra koltuğunuzdan kalkıyorsunuz çatı katının sağ tarafına doğru yöneliyorsunuz. İşte burası biraz daha moralinize morluk katıyor yani neşe. Kitapların sizi sıkıştırdığı köşe size dar geliyor ne kadar onlara tapsanız da. Şimdi sağ tarafındasınız çatı katının. Yine göz gezdiriyorsunuz bu kez çatı katının sağ tarafına. Önce yıllardır tutkunu olduğunuz duvarda asılı olan kemanınızı görüyorsunuz. Sonra tahtadan yapım piyano kutusunu. Bu piyano dededen yadigar, çat pat çalabiliyorsunuz. Bu kez çatı katının sağ tarafındaki pencerenin önündeki genişçe koltuğa bakıyorsunuz. Mor. Bu renk eşinizin tercihi ama sizde seviyorsunuz. Bu gün her şeye son bakışınız, son bir kez göz gezdirişiniz. Duvardaki kemanı kavrıyorsunuz. Ve şimdi başladınız çalmaya tam bir huşu içinde. Bu içinizi biraz olsun ferahlatıyor……

yol-188

ertesi gün işten geliyorsunuz eve, masallar diyarındaki o müthiş eve. En az dün kadar gergin, bitmiş ve üzgünsünüz. Tıpkı tahta eviniz gibi. Köşeyi döndünüz arabanızla. Arabadan indiniz. O artık yok. Bir gökyüzüne bir de kül olmuş toprağa bakıyorsunuz. Evet o her yeri tahtadan ev yerle bir. Hayalleriniz, en sevdiğiniz kemanınız, kitaplarınız,Çatı katının sol tarafındaki pencerenin önündeki iki tane tekli koltuğunuz, dede yadigarı piyanonuz, en güzel patlıcanlardan yapılmış karnıyarığınız, sımsıcak gülüşüyle içinizi ısıtan karınız bile yok. Hepsi birer külden ibaret. Dünyada bundan ibaret. Küçük bir çocuğun tahta evin önünde annesinin bırak o çakmağı uyarısını aldırmayan, evin önünde çakmağı yakan, evi kül eden kitaplarınızı, kemanınızı, piyanonuzu, karnıyarığınızı, karınızı kül eden küçük bir çocuktan ibaret. Ateş ve yokluk. Yanmaya dayanabilecek tek bir varlık dahi yok yeryüzünde. Toprak kemanınızın, piyanonuzun, kitaplarınızın, karınızın küllerini bağrında taşımak istemezdi aslında. Gökyüzü tam o anda yağmur yağdırabilmeyi çok isterdi aslında. Ama Kader çizgisi önüne geçmeseydi. Ne toprağın suçu var ne de gökyüzünün. Bunca insan aldı bağrına Toprak, bunca kül okullara şahit oldu Gökyüzü. Ama onlar kıyamete kadar sözleştiler birbirlerini kavuşamasalar da sevmeye. Toprak ve Gökyüzü birbirine deli gibi aşık şimdi. şimdi her yer biraz daha mor, mosmor..

 

Comments are closed.